| 17 | utanmaz, arlanmaz

Start from the beginning
                                    

"Bunun için bana izin vermelisin."

Ensesinde dolanan parmaklarımı geriye çektim, doğrularak bana alan açtı. İçimdeki özgüveni yitirmemeye çabalayarak, utancımı ve heyecanımı bastırarak yön verdim ellerime. Tişörtümü başımdan çıkarıp yanıma bıraktım ve başımın ardını tekrardan yatağa koydum. Aynı anda üstüme uzandı. Kendini biraz havada tutuyor ve gözlerime bakıyordu. Aramızdaki bakışma onun, benim ve ortamın aurasını yavaşça değiştiriyordu.

"Çok daha iyiymiş."

İçimdeki utangaç yan kıkırdayışıma yansıdı. Yüzümü saklamak istedim. Gözlerini aramıza eğerek bedenimde tur attırdı. Parmaklarımı yeniden ensesine sardım. Aslında ona laflarını yedirmek için şu an bu pozisyonda olmamamız gerekiyordu. Onu koltuğundan kaldıracak ana kadar devam edip, sonrasında kaçmalı, sonrasında ise laf sokmalıydım. Ona bir bir az önceki tripli halini yedirmeliydim. Ama şimdi, ne laf sokup üstümden atabiliyor ne de böyle bir şey istiyordum. Ellerim ensesindeki kısa saçlarla oynarken ve o bana dünya güzeliymişim gibi bakarken şımarıyordum. Hiçbir gücün pozisyonumuzu bozmasını istemiyordum.

Yine taklaya geldik iyi mi.

"Ne bakıyorsun öyle?" 

Hem heyecanımı ve utancımı içimde yaşamak için çabalamak hem de kendimden emin bir duruş sergilemek için çabalamak çok zordu. Ve bakışları rotasını şaşmış bir şekilde dudaklarımdayken işler daha zorlaşıyordu.

"Öpüşelim mi?"

"He?"

İşte intikam diye buna derim! Ama bir dakika- Ne?

"Öpüşelim mi, dedim."

Öyle pat diye, birden, aniden? İşte bizim Jongin. Utanmaz, arlanmaz, ayarsız, kaçık, başına buyruk...

"Komiksin. Hadi yeter bu kadar kalk üstümden."

Ellerimi omuzlarına indirdim ve sağ omzunu dürttüm. Sonuç olarak dün ona istediğini versem bu kadarını bile yapamayacaktı.

"Komiklik olsun diye sormadım."

Ciddiyetine sokayım, demek geldi içimden. Kırk yılda bir uğrayan kendimden emin bakışlarım beni terk ederken yanaklarım 'birinci dereceden yanık' unvanını kazandı. Ne ağzım aralık ne de gözlerim yerinden fırlayacak gibiydi. Yine de şaşkındım ve şaşkınlığımı gözlerine bakarak belli ediyordum. Bu teklifi kafamdaki soru işaretlerini iyice sarpasardırırdı. Bakışlarımı kaçırırken geçiştirici bir cevap verdim bu yüzden.

"Öpüşmeyi bilmiyorum ben."

Ama bildiğim bir şey vardı, o da dün diğerlerinin 'o kadar şeyi yaptınız ama öpüşmediniz mi?' cümlelerinin kafasını karıştırmasıydı.

"Ben de bilmiyorum. Öğreniriz işte."

Vay be, senin bilmediğin şeyler var mıydı Jongin Efendi?

"Neden öğrenecekmişiz?"

Birkaç saniyeliğine duraksadı. Sessizliği dikkatimi çekince gözlerine baktım. Düşünür gibi duruyordu, dudakları konuşmak için aralandı sonra.

"İleride taliplerimizle yaşarken kolaylık olur?"

Alayla güldüm.

"İkimizinde talibi yok Jongin."

Buna ne diyecek diye gözlerine ısrarla baktım. Nerden bilebilirdim ki, cümlesiyle kalbimi yüksek hızlı bir trene bindirip dünya turu attıracağını...

"Ben senin talibinim."

Dumura uğradım ve bu tüm bedenime yansıdı. Nefes alış verişim sıklaştı.  Bozuntuya vermemek için saçma bir soru sorarak zaman kazanmaya çalıştım.

Arzuhâl |KaiHun| Where stories live. Discover now