2

426 42 3
                                    

"ee kimmiş bu yeni gelen diye sorduğun?" diye sordu jisung. "kafeteryada da sessizdin. lix boştayım pas at." parmakları arasındaki oyun konsoluna abandı. üçlü her zaman yaptıkları gibi jisung'un evinde toplanmışlardı. jisung ve felix video oyunu oynarken minho onları izlemekle yetiniyordu. bir yandan da telefonuyla ilgileniyordu. ikiliye kısa bir bakış attı. genel olarak sessiz birisiydi zaten. arkadaşları bunu yıllar içinde farketmişlerdi ve bu duruma uyum sağlıyorlardı. ortada garipsenecek bir olay yoktu. minho böyleydi; kendi dünyasında. "tanımıyorum." dedi. "yani anlattığım gibi, hafif uzun siyah saçlı falan öyle birisi işte."

"vay minho baya açıklayıcı oldun şu an." diye alay etti jisung. "tarif ettiğin kriterlere nerdeyse bütün üniversite uyuyor farkındaysan."

"o öyle değildi ama," diye hızla cevap verdi minho kendi de farketmeden. bir anda cümleler dökülüvermişti ve dudakları onları tutamamıştı. ikili, konsollarda ışık hızında hareket eden parmaklarını durdurup minho'ya baktılar bir kaç saniye. minho üstündeki bakışlara, gergince sindiği tekli koltukta kıpırdayarak karşılık verdi. "yani, diğerleri gibi sıradan görünmüyordu demek istedim."

"bana oldukça sıradan geldi." diye yanıtladı felix. "hem illaki görürüz kendisini. yani üçümüzden birden kaçması pek mümkün değil. özellikle de jisung'un radarından asla."

sırıttı jisung. jisung'un üniversitede tanımadığı insan yoktu. tam anlamıyla herkesi ama herkesi tanıyordu. onlar jisung'u tanımasalar bile jisung herkesi tanırdı. haklarında belli başlı bilgi sahibi olurdu. minho, felix'i haklı bulmuştu. illaki yine önlerine çıkardı. bu durum iyi bir şey miydi? diye geçirdi içinden. hem ne diye bu kadar düşünüyordu ki, alt tarafı herhangi birisiydi.

"çocuğu kovaladığım yok felix." dedi minho.

felix bakışları hâlâ ekrandayken sırıttı. "ona ne şüphe. senin birisiyle ilgilendiğin nerede görülmüş?"

"yeni ders saatlerini atmışlar." dedi minho duymamazlıktan gelerek telefonundaki bildirimi okurken.

"ortak dersimiz var mı?" diye sordu jisung.

minho bir süre mesajda gezdirdi bakışlarını. ardından "sanmıyorum." diye yanıtladı.

"şu mesajı bana da atsana." dedi jisung bakışları ekranda tur atarken.

"sen bu çocuğu nasıl gördün demiştin?" diye sordu felix.

"telefonunu düşürdü ben de kendisine verdim."

"biraz daha detay lütfen. sen normalde öyle insanlara yardım edecek birisi değilsin." diye üsteledi felix.

minho gözlerini devirmeden edemedi. "kendisine seslendim ama beni duymadı. sonra da işte peşinden gidip kolundan tuttum beni farketsin diye."

"sonra?" jisung'un bir gözü ekranda bir gözü de minho'daydı. anlatırken bakışlarını yere sabitlemişti. bu klasik gergin minho hareketiydi. fakat genelde kendisi bunun farkında olmazdı. bu gizemli uzun saçlı çocuğu araştırmayı aklının bir köşesine not aldı jisung.

"sonra da benden korktu. o kadar seslendim ama beni duymamış gibiydi."

"işte bu garip." diye yanıtladı felix. "bu maç da burada biter han jisung." konsolu ortadaki sehpaya bırakırken rahat koltukta geriye yaslandı. jisung sinirle konsolu kenara attı. ardından ayağa kalktı ve mutfağa doğru ilerledi. "öyle hemen kaçmak yok beyefendi, bu bana üçüncü yenilişin." diye seslendi felix gözden kaybolan oğlanın arkasından. "bana yemek ısmarlamalısın." mutfaktan gelen mırıltılarla gülümsedi felix. jisung'u yenmek dünyanın en zevkli şeylerinden biriydi. her seferinde jisung'un kaybedeceğini bile bile onu gaza getiriyordu ve jisung her defasında bu numaraya kanıyordu. kaybedene kadar aldandığının farkında bile olmuyordu. her kazandığında da jisung'a ona bir şeyler ısmarlama işini kitlemekten geri kalmıyordu.

liebessprache | hyunhoWhere stories live. Discover now