- 2 -

762 82 71
                                    

Hyunjin gözlerini yavaşça araladı. Doğrulacağı sırada göğsünde hissettiği sızı ile kafasını geri yatırdı. Nerede olduğunu, ne olduğunu anlayabilmek için kafasını sağa doğru çevirdi. Sarışın biri ateşin üzerindeki kazanın önünde sırtı dönük bir şekilde çömelmişti. Hyunjin üzerine baktığında çıplak göğsünün üzerindeki ıslak toprak ve yaprakları gördü. Elini yapraklara attığında göğsünde gördüğü derin yaraları hissetti. Kısık ses ile inlediğinde kazanın önündeki sarışın genç ayağa kalkıp Hyunjin'e döndü.

"Hayır, bunlar burada kalsın." Derken Hyunjin'in çektiği yaprakları geri Hyunjin'in yaralarına yerleştirdi. Ardından Hyunjin'in doğrulup oturmasına yardım etti. Hyunjin oturduğunda tuhaf bir ifade ile gence baktıktan sonra aklına arkadaşı Yeonjun geldi. 

"Yeonjun..." Diye mırıldandı.

"Efendim?" 

"Arkadaşım. İyi mi o? Gördünüz mü?"

"Üzgünüm, bilmiyorum."

"Ben... Ben buraya nasıl geldim?" Dedi Hyunjin titreyen sesi ile.

"Bir Kurtadamın saldırısına uğramıştın. Ormanda yiyecek bir şeyler ararken gördüm. Zorla seni ondan kurtardım... Kurtadamların Liderinin oğluydu. Onun ile baş etmek çok zor oldu." Deyip burukça gülümsedi. "Sen iyi misin peki? Göğsün dışında ağrıyan, acıyan bir yer var mı?"

"Hayır, teşekkürler... Ama... Yeonjun..."

"Çok üzgünüm." Deyip elini Hyunjin'in omzuna koydu genç. "Sanırım bir ejderha... Onu götürdü."

"Nereye?"

"Bilmiyorum. Fakat Ejderhaların veya Kurtadamların kalesine götürmüş olabilir. Bir ihtimalde öldürmüş olabilir..." Dediğinde Hyunjin'in gözleri dolmuştu. "Ama moralini yüksek tutmaya çalış. İhtiyacın olacak. Hem kim bilir belki yaşıyordur."

Hyunjin başını eğip titreyen sesi ile konuştu. "B-benim yüzümden ö-öldü. O-onu ben öld-dürdüm." 

"Hayır, güzelim. Öyle düşünme." Hyunjin hızla elleri ile yüzünü kapadı. "Öldüyse de eminim şu an cennettedir. Sen kendini lütfen üzme. Lütfen." Hyunjin hızla kendisini teselli eden gence sarıldı. "İstersen ikimizin de işi bitince onu beraber ararız. Olur mu?"

"Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim."

"Rica ederim." Dedikten sonra birbirlerinden ayrıldılar. Genç Hyunjin'in yüzünü inceledi. "Sanırım meleksin. Kanatların tüyden." Hyunjin başını olumlu anlamda salladı. "İsmin nedir peki?"

"Hwang Hyunjin. Sizin isminiz nedir?"

"İsmim Felix. Kang Felix. Bir periyim."

"A... Çok güzel."

"Teşekkür ederim. Peki senin ne işin var buralarda? Yaşında biraz küçük gözüküyor. Umarım ailenden kaçmamışsındır."

"Hayır, kaçmadım. Sadece Melek Krallığına vahşi canlılar saldırdı. Krallığımız alt üst oldu. Kimse de bir şey yapmadı. Bende bir prens olarak görevimi yapıp Büyücüler ile konuşmaya gideceğim."

"Anladım. Ne kadar tehlikeli olduğunun farkındasındır. Bu yüzden bir şey demeyeceğim. Kaç yaşındasın merak ettim ama."

"Yüz on sekiz. Siz?"

"İki yüz yirmi iki."

"O kadar büyük göstermiyorsunuz..." Felix güldü. "Siz neden buralardasınız? Mantar toplamaya mı geldiniz?"

"Hayır." dedi Felix burukça gülümserken. "Bir oğlum var. İsmi Yongbok. Doğduğundan beri hasta ve Peri Köyümüzdeki hiçbir şifacı onun hastalığına bir çare bulamadı. Onun huzur içinde yaşamasını istiyorum. Ayrıca bu böyle devam ederse ölme riski de var. Bu nedenle Büyücüler ile konuşmaya gidecektim."

cake - hyunhoOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz