"Seninle gerçekten burada olduğuma inanamıyorum. Sadece hayallerimde kalacağıma emindim."

Saçlarımı severken başımın üstüne bir öpücük bıraktı. Bir şey söylemedi. Geçmişe dair ağzımızdan çıkacak kelimelerin acı verici olma ihtimali çok yüksek olduğundan susmayı tercih ettiğini anlayabiliyordum ama ben konuşmak istiyordum.

Bugüne kadar çok susmuştum. Sustukça içimde çığlık atan kızın sesi beni sağır etmişti.

"Sen hiç yoktun ama ben seni hayallerimde ara sıra yaşatmak için kendime izin verdim. Senin varlığına ihtiyacım vardı, gittiğin için sana kızgın olsam bile.... Gizliden gizliye her gece senin gelmeni dilerken buluyordum kendimi. Her sabah uyandığımda, seni salondaki üçlü koltuğumuzun sol tarafında otururken bulacağımı sanıyordum. Neden orası hiçbir fikrim yok. Sanırım hayalimdeki sen en çok orada rahat ediyordun. Sonunda geldin. Gerçekten de orada oturdun mu bilmiyorum. Belki... Ve ben bunların hiçbirini hiçbir zaman dilememiş gibi her şeyden nefret edip seni reddettim. Yeniden gidersin diye korktuğumdan sana hiç alışmak istemedim."

Ona baktığımda gözlerinin yaşla dolduğunu gördüm. Benim gibi çoktan ağlamaya başlamamıştı. Baba olduğu için güçlü gözükmesi gerekiyordu belki de. Buna dair en ufak bir fikrim yoktu. Babaları doğru düzgün tanımıyordum.

"Özür dilerim."

Gözlerim yaşla dolarken gülümseyerek ona tekrar sarıldım. "Önemli değil, baba. Artık buradasın."

Bu kadar basit değildi ama aynı zamanda bu kadar basitti de... Ben artık ikinci seçeneği kabullenip biraz rahatlamak istiyordum.

Eve dönüş yolunda yorgunluktan ve üstümüze giydiğimiz hüzünden sessiz kalacağımızı sanıyordum ama çok geçmeden babam benimle aynı fikirde olmadığını belli ederek iyi vakit geçirip geçirmediğimi öğrenmek istedi.

Güzeldi, dedim. Yorulsam bile bundan şikayetçi değildim. Hayallerimi yorulmadan gerçekleştiremezdim.

"Son günlerde biraz üzgün gözüküyorsun. İyi vakit geçirmene sevindim."

Konu elbet Meriç'e geleceğinden kaçma kovalamaca oynamanın bir şeye yaramayacağını bilerek cevapladım onu.

"İyiyim. İyiyiz. Bir sorun yok."

Yalan söylememek gerekirdi herhalde ama durumumuzu ona açıklamak çok zor geliyordu.

"Bir dönem destek aldığını biliyor muydun?"

"Hayır ve sen nereden biliyorsun öğrenmek de istemiyorum. Hayatına bu kadar karışman doğru değil baba. Onun ailesi de benim neler yaşadığımı araştırıp onu böyle uyarsa mutlu olur muydun?"

"Ailesinin seninle ilgili onu uyaracağı bir konu varsa uyarması doğru olur. Ve bu fikrimde samimiyim. Ben de kendi kızımı uyarmayı doğru buluyorum çünkü ona yardımcı olmak için kendi hayatını kaçırmanı istemiyorum. Üniversiteye hazırlanacağın yıl özellikle. Zaten yorulacaksın bir de duygusal olarak kendine boşluk bırakmamanı istemem."

Konunun dönüp dolaşıp üniversiteye gelmesine elbette şaşırmamıştım. Netice beni ve annemi üniversite için bırakan bir babam vardı. İçimdeki şeytan bunu fısıldarken gözlerimi yumup biraz bekledim. Her şeyin sebebi sadece üniversite değildi. Onu anlamaya çalışmıştım. En başa geri dönemezdik ama bazen dilimin ucuna çocukça nefretimin itirazları geliyordu işte. Tutabilmiştim. Bu da bir başarıydı.

Biraz durmak düşüncelerimi toparlamama gerçekten de yaradığında gözlerimi açıp sakince bir cevap verdim.

"Kendimi düşünüp ona arkamı dönmek beni mutlu etmez ama. Başkasına bir iyiliğim dokunacaksa bu beni mutlu eder. Bir işe yararım."

"Bu şekilde bir işe yaramak zorunda değilsin. Bunun sebebi ben miyim?"

"Seninle ne alakası var?"

Bu konu nereye gidiyordu?

"Bir işe yaramadığı ya da bir işe yaramayacağın için senden ayrı bir hayat kurmadım. Bu yüzden gitmedim. Böyle bir inanç geliştirdiysen bunu düzeltmemiz gerek. Kimseye karşı böyle bir sorumluluk hissetmemelisin."

Cevap vermek için ağzımı açtıysam da bu konuda önceden düşünülmüş kesinliğine dair iddialı olacağım güvendiğim fikirlerim olmadığından öylesine cevaplar vermekten kaçınıp sustum.

Kısa bir süreliğine düştüğüm boşluğun içinden başka bir yöne dönerek çıkabilirdim ve konuyu değişip bir yönden ele alarak "Herkes sevilmeyi hak eder."dedim Bay Harrington'ı hatırlayarak. "Meriç sevildiğini hissetmeyerek büyümüş. Bundan eksik kalmış. O yüzden bu kadar hırçın belki de... Onu anladığım ve yanında olduğum için bana kızmanı değil beni anlamanı bekliyorum."

Babam tartışma konusunda ısrarcı davranmadı neyse ki. Sanırım kendi söylediğine daha çok takılmıştı. Ben de öyle. İkimiz de şimdiki davranışlarımın temelini kurcalarken onun etkisinin ne oranda olduğunu düşünerek yola devam ettik galiba. Bana bir daha bir şey söylemese de düşünceli halinden bu sonuca varmıştım.

Yatmak üzereyken artık babamın gidişinin hayatımdaki etkisini düşünmüyordum. Kafam patlayacak kadar ağrıyordu ve çok yorgundum. Örtüyü üstüme çekerken Meriç'ten bir mesaj olabilir mi umuduyla telefonu kontrol ettiğimde sabun kokuludan bir mesaj görmek bana hayatın alaycı bir şakasıydı.

Seni merak ettim, yazmıştı. Bu oyundan hoşlanıyor mu yoksa benimle eğleniyor mu karar veremesem de ondan kötü bir enerji almıyordum. Meriç'in de dediğine göre bana zarar verecek bir çocuk değildi ama Meriç'in aksine kendi iddiaları farklı yöndeydi. Buna rağmen onun sözlerine inanmayıp kendi hislerime güvenerek onunla bir şeye girişmiştim ama içimde ondan yana bir şüphe olmamasına rağmen hiç rahat değildi. Tekrar o insanları düşünerek kendimi bir kapanın içinde kısıtlamak istemiyordum. Caner belki de Meriç'ten daha çok o dünyaya aitti ve eninde sonunda o karanlığın gölgesi bana yine bulaşacaktı.

O karanlıktan kaçarken Meriç'i tamamen kaybetmemek için gölgesinin elinden tutmuştum aslında. Zaten çoktan el sıkıştığımızı fark etmek nefesimi daraltırken örtüyü çeneme kadar çektim ve aldığım bütün kararların altında suyum çıkarcasına ezildim.

Tek bir şey istiyordum. Meriç'i sevmek ve bunun için yargılanmamak.

Onun seçimlerine, başkaları bencilliğinin sonucu diyebilirdi ama ben ona baktığımda başkalarından farklı bir şey görüyordum. Korkak, savunmasız, çırpınan bir çocuk.

Neden kimse bunu görmüyordu?

Ya da neden kimse bunu görmemeyi seçiyordu?

Yargılamak çok kolaydı. Kimse zoru seçip, onu anlamayı denemiyordu. Ya da beni... Kimse neden onu anladığımı sorgulamıyordu. Bir baksalar aslında birbirimize ne kadar benzediğimizi anlayacaklardı. Aynı noktadan farklı yollara sapmış çocuklardır, acılarımızı farklı şekillerde örterek insanları kandırıyorduk ve kimse aslında aynı noktada olduğumuzdan şüphelenmiyordu bile. Sadece neler yaptığımıza dikkat ediyorlardı. Hareketlerimize. Dikkatlerini dağıtarak neler olduğunu gizlemek için yaptığımız her şeyde ne kadar ustalaştığımızı gösteriyordu bu. Sevinmeliydik belki de ama mutlu hissetmiyordum. Onları kandırabildiğim için gururlu değil, beni tanıma zahmetine girmedikleri için kırgın hissediyordum. Sanki etrafımda beni gerçekten tanıyan çok, çok az kişi vardı vardı ve bunlardan biri de, belki de en iyi tanıyanı Meriç'ti. Meriç Tuna.

Düşüncelerim uykuda da beni yalnız bırakmadı. Karanlık bir oyunun sergilendiği tiyatrodaydım. Gitmek istiyordum. Sahnenin bir ucundan diğerine koşturan, kendini bilge sanan soytarıların çığlıkları başımı döndürmüştü ama bir türlü çıkışı bulamıyordum.

Uyandığımda hem yorgun hem de hüzünlüydüm.

Kötü Çocuk I & IIOn viuen les histories. Descobreix ara