bana verdiğin o gülücük ölüyormuş gibi hissettiğinde bile

83 13 13
                                    

sevgilim

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

sevgilim

sen öldüğünde

ben ilk kez ağladım.

ağladığım günün senin doğum gününde olmuş olması beni biraz kırdı. çünkü isterdim ki senin sevdiğin yemekleri yapayım ve mezar taşının yanında otururken sana inat yaparmış gibi yiyeyim. biliyorsun sen bir ölüsün ve yemek yiyemezsin, ben canlıyım ve senin her zaman benimle alay etmene izin veremem -ölmüş olsan bile- ağzımı şapırtada şapırtada önünde o yemekleri yiyecektim.

evet planım buydu. fakat aylar öncesindeki gerizekalı ben -evet şu andaki ben oluyorum gözlerini büyütüp çok bilmiş gibi konuşma- senin ölmeyeceğinden bihaber sana doğum günü hediyesi almıştı. evet ve aldığım hediye  bu sabah eve geldi. çünkü bu şekilde düşünmüştüm. sabahın köründe hediyelerin gelecek ve ben üstüne zıplayarak iyi ki doğdun çığlıklarımı atacaktım, sen de şaşkınca yüzüme bakıp hediye paketlerini görüp beni üstünden atarak hediye paketlerini kucaklayacaktın.

yukardaki benden nefret ediyor olmalı ki, iki planım da suya düştü. evet yine sen kazandın ve benimle taşak geçiyorsun, biliyorum. her neyse kapı çaldı. arkadaşlarımız falan filan sabahın köründe geldi benimle birlikte olacaklar diye düşündüm. ama kapıyı açtığımda kargocu elinde paketlerle karşımda belirdiğinde, ah. ilk o an ağladım. adam şaşkınca yüzüme bakıyor ve ben titrek ellerimi hediyelere uzatmaya çalışıyorum. gözyaşlarım yüzümü yaktı. o kadar zamandır dışarı çıkmayı beklediklerinden olsa gerek içimde kaynamış olmalılar -haha-.

adam hediyeleri yere koyup iyi olup olmadığımı sordu. ona sadece senin öldüğünü söyleyebildim. tanrım nefes alamıyorum. kendimi güçlü olmak için çok zorlamışım. hiç iyi değilim. sana ihtiyacım var jungkook. hediyelerin salondaki sehpanın üstünde açılmayı bekliyor. ne zaman geleceksin?

ah, 

özür dilerim. orada ne kadar ağladım hatırlamıyorum. adam beni ve hediyeleri orada bıraktı ve dış kapımızı kapatarak gittiğinde bile ağlamaya devam ediyordum. yalvarırım biri önümden alsın şu hediyeleri diye çığlık attım defalarca. duymuşsundur. duymuş ve üzülmüşsündür. özür dilerim. 

şu an tekrar ağlamaya başladım. şaka gibiyim. aylarca içine atarsan olacağı bu taehyung diyerek göremediğim ellerinle yaşlarımı silmeye çalıştığını hissedebiliyorum. ölü olsan da sen  jungkook'sun. hediyelerini açmayacağım da, söylemeyeceğim de. ya ben senin yanına geldiğimde ya da sen geri dönüp geldiğinde -ki bu imkansız çünkü bayağı derin toprak altındasın hayatım yoongi biraz mezar kazmayı abarttı- açabilirsin. ama joji konserine bilet aldığımı söyleyerek sinirini bozmak isterim.

evet ilki buydu. ikincisi benim için daha da zordu. çünkü biriyle baş ettim ve o baş ettiğim şey o an en zoruydu tamam mı? sen öldükten tam 5 ay sonra yani doğum gününün resmi olarak başlayacağı gün odamıza girdim. kokun hep oradaydı. odamız sıcacıktı. sanki sen hep oradaymışsın gibi yoğun ve sıcak. yatağımız ilk kez derli topluydu çünkü evimizden son ayrılan ben olmuştum. o günden beri böyle olması burnumun direklerini sızlattı. yatağın üstünde bekleyen pijamalarını gördüm. onlara sarıldım ve alabileceğim son nefes onların içindeymiş gibi burnumu yasladım onlara. seni soludum. sonra onları giydim. sen oldum.

belki sen yapmadın ama ben yaptım. o gün o yatakta yatarken, doğum gününde ilk sana sırtımı dönerek yattım yatağımıza. odanın duvarlarında asılı olan fotoğraflarımı görünce hıçkırarak ağlamaya başladım ve sırtımda ellerini aradım. geçecek taehyung, ben buradayım demeni. yumuşak sesini ve ceylan gözlerini aradım. evet buradasın, biliyorum ama. aması yok jungkook'um.

hep aklımdan senaryolar uydurdum. kapat gözlerini taehyung aylar sonra yatağına girdin belki rüyadır uyandığında jungkook yan tarafında ağzı açık bir şekilde uyuyor olacak. gözümü kapattım, açtım ve yoktun. bir kez daha ağladım. tekrar bir senaryo uydurdum. jungkook birazdan işten gelecek, muhteşem göründüğü takım elbiselerini çıkarmadan beni öpmeye başlayacak -hadi ama kim takım elbiseli jeon'a hayır der ki- ve sevişeceksiniz. olmadı, gelmedin, sevişmedik de. bu sefer en olmasını istediğimi düşündüm. jimin'le buluştun.

ah

ellerim 

jimin'le buluştun. onu evine bıraktın. evimize gelirken çilekli pastalardan birini aldın ve kapımızı açtın. en sevdiğin şarkıyı mırıldanarak salonumuza girdin. anahtarı masanın üstüne attın, hep yaptığın gibi. bana seslendin gel kutlama yapıyoruz yoksa çilekli pastayı tek lokmada yerim  dedin. çıplak ayaklarla parkede pat pat sesleri bıraktım, kucağına atladım. neyi kutluyoruz ki diye sordum bugün de eve gelip seni görebilmemi tabii ki dedin. aslında bunların hepsi oldu, gerçekten aynı şeyi belki de yüzden fazla kez yaşadık. belki de bu yüzden en çok bunun olmasını istedim. çünkü canım sen hep geldin.

ama bu sefer jimin'le buluştun. onu eve bırakamadın ve evimize gelmedin.

sabaha karşı bir şekilde uyumuşum. uyuduğum için uydurduğum yalanlardan biri gerçek mi oldu diye yanıma baktım. yoktun. ama gelmişsin. çünkü yattığın yerin kırışmasının başka açıklaması yok. bizim uyumalarımız da bize benziyor. ben nasıl yatarsam öyle kalkarım ve sen bazen benim üstümde uyanırdın. o yüzden geldin sen tamam mı? delirmedim ben. eğer delirseydim yattığın yer bir süre sonra dümdüz olurdu. 

gelmişsin. doğum gününü benimle kutlamış ve bana sarılmışsın. ve yine tüm dağınıklığını arkanda bırakıp gitmişsin sevgilim.

iyi ki doğdun. artık sonsuza kadar 26 olsan da benim için 27'sin canım.

yokluğun avuç içlerimi dağlarken | taekookWhere stories live. Discover now