"Senin canını-" diyecekken kendimi durdurup, kontrolü son anda sağladım. "Hastasıyım canım," dedim son kelimeyi bastırarak. "En azından sapığı değilim değil mi, bu da bir şey diye düşünüyorum?"

"İlkokula mı gidiyorsun sen, iki cilveli söz görünce yanakların mı kızardı?" Ablamıza bak be, işveden de cilveden de anlarmış. "Cilve dediğin şey mi, ıslatıyorsun beni yazmak?" Güldüm ama bu sefer gerçekten. "Ay ne cilveli, Yağız ne bu cilve diye evde dört dönmüş, bu kıza nasıl karşılık versem diye kafayı yerken yanlışlıkla engelleyivermiştir."

"Sana ne kızım, engeller tekrar hesap açarım. Sana mı düştü derdi, açmayacağım mı sandın?"

Hala hesap açacağım diyordu ya, gerçekten amel defterini kapatıp ahiret hesabını açtıracaktı bana, haberi yoktu. "Kızım çocuk istese engel mi atar, yüzsüz müsün arsız mısın? Ne diye milleti taciz ediyorsun?"

"Sensin be arsız!" diye bağırdı. "Yok ya," dedim karşılık olarak. "Engellese de yazarım diyen, cevapsız kalınca fotoğrafların altına sapıklık yapan da bendim zaten!"

"Bana sapık diyemezsin," dedi tıslar gibi. Kendi de yılan olduğu için çok yakışmıştı bu ses tonu ona. "Sana demeyeceğim de kime diyeceğim,sahte ismin arkasına sığın millete azdım mesajları at, sonra bana sapık deme diye ağla."

"Sana ne kızım!?" diye bağırdı tekrar. "Ya bana ne zaten, gidip Yağız yarime musallat olmasan senle mi uğraşırım? Git kime ne yazıyorsan yaz, Yağız'a bulaşma bir daha."

"Kim oluyorsun yani, sevgilisi misin, flörtü mü?" Kızın sorusuna bir an duraksadım, cevapsız kalmamak adına "Sapığı olmadığım kesin," diye çemkirmiş, kızın saçıma yapışan eliyle de ahlayarak "Manyak mısın lan?" sorusunu yöneltmiştim.

"Doğru konuş benimle!" dedi yılanların anası. Ben de saçımı kurtarmaya çalışmayı bırakıp, onun saçına yapıştım. Tüm gücümle aşağı doğru çekerken acıyla saçımı bırakmasına neden olmuştum ve şov o dakikadan sonra başlamıştı.

Elimde kalacağı kesin olan kızı evire çevire dövmem, en sevdiğim üstlerimden birini yırtmasıyla bir tane tokatı geçirmem ve iyice hırpalayıp "Bir daha mesaj attığını göreyim bak sana neler yapıyorum!" diye atarlanmam arka arkaya gerçekleşmişti. Kız korkuyla "Asıl sen manyaksın!" diyip çantasını düştüğü yerden kaptığı gibi "Allah Yağız'a da sabır versin," lafını da sokup, koşar adım uzaklaşmıştı.

Ne sabrı verecekti acaba Yağız'a, burada sabıra ihtiyacı olan biri varsan bendim ben!

Boynum çizilmiş, yırtılan üstümden görünen tenim kıpkırmızı olmuş ve saçımın tahminen beşte biri kızın elinde kalmıştı. Yağız ne sabırlı olacaktı, ben olacaktım sabırlı.

Kızın defolup gitmesini fırsat bilerek banka oturdum, elin sapığı ile muhatap olmanın siniriyle de neredeyse kafama vurarak saçlarımı düzeltiyordum.

Ya sabırdı gerçekten, bana içtiğim sudan yediğim yemeğe kadar her şey sabır olarak dönmeliydi yoksa birileri elimde kalıverirdi.

Telefonumun sesiyle elimi cebime attım, hissettiğim boşlukla diğer cebime de bakmış, akabinde çantamı kontrol etmiştim. Ses gelmeye devam ederken kaşlarım çatıldı ve gözüm bankın aşağısına takıldı.

Cebimdeki telefonun fırlayıp yere düştüğünü algılamam ile eğilip aldım, arama sonlanmıştı ama ekranda gördüğüm Yağız Yavuklum yazısı ile geri arama tuşuna dokunmam bir olmuştu.

"Gökçe?" Sesini duymamla derin bir nefes vermem ve "Efendim?" demem bir olmuştu. Bir süre sessizlik oldu. "Ağlıyor musun sen?" Soru basitti, cevabı da hayır olarak verirdim ama elim yüzüme gidince hissettiğim ıslaklık ile "Evet," demiştim.

Göğe Ait | TextingWhere stories live. Discover now