2

117 8 8
                                    


iki

Asma bahçelerini saran kale duvarlarının üzerinden günün ilk ışıklarının yükselmesiyle gözlerimi açar yola koyulurdum. Bu saatte sadece okula giden çocuklar ve işe yetişmeye çalışan işçiler yollara dökülürdü, bir de ben. Nehrin karşı yakasından kalkıp Taşköprü'nün ardına geçen insanların arasında yerimi alır kalabalığın beni sürüklemesine izin verirdim. Bir iki saat içinde kalabalık dağılır güneşin gökyüzünün en tepe noktasına yükselmesiyle nerdeyse kimse geçmez olurdu. İşte o zamanlar seni en çok düşündüğüm anlardı. Köprünün tam ortasında sırtımı taş korkuluklara yaslar köprünün altından akan nehrin gürültüsüne kulak verir senin sözlerini hatırlamaya çalışırdım.

Çıkan yangınlar ve annemin ölümünün ardından iki koca yıl geçmişti. Seni kaybetmenin ardından bunca zaman geçmiş olmasına inanamıyordum. Kaybetmek diyorum çünkü başka türlü nasıl ifade edilir bilemiyorum. Hiçbir zaman beni terk ettiğini düşünmedim. Gidişinin ardından kendini nehrin serin sularına bırakıp intihar ettiğini bile söylediler ben sadece gülüp geçmiştim. Düşünüp de akıl edemeyeceğim ne varsa hepsi söylendi. Seni tanıyan ya da tanımayan herkesin hakkında bir fikri vardı. Bir gün geri geleceğin ihtimali dışında ben hiçbirisiyle ilgilenmedim. Şimdi köprünün üzerinde senin geri gelmeni bekliyorum. Gidişinin ardından seni nerede beklemem gerektiğini defalarca düşündüm. Çıkan yangınların, üzerine atılan iftiraların sonrasında gece köşküne gelemeyeceğini biliyordum. Balkonu nehre bakan evin Marco tarafından işgal edilmişti, oraya gidemezdim. Birlikte yürüdüğümüz tüm sokaklar, oturduğumuz kafeler, denize girdiğimiz kıyıların aksine söz verdiğimiz gibi seni burada nehrin kıyısında beklemenin uygun olacağını düşündüm. Çünkü bir gün ben ortadan kaybolmuş olsaydım beni nehrin kıyısında bekliyor olacağını bilirdim. Köprüye çıkıp köprüye çıkan yolları, köprüden geçenleri, nehrin dibinde oturanları, oyun oynayan çocukları, balık tutan adamları, akıp giden dalgalara meydan okuyanları izlemek daha kolaydı. İlk günlerde yani hemen geri döneceğini düşündüğüm zamanlarda, bana ulaşan her sese başımı çevirip senin geldiğini düşünürdüm. Çığlıklar, kahkahalar, fısıltılar, dalgalar, gök gürültüsü ve sirenler... Zamanla zihnimin içinde konuşan seslerin dışında hiçbir şey duyamaz, sana ait anılardan başka hiçbir şey düşünemez oldum. Sırtımı bu korkuluklara dayayıp kollarımı birbirine bağlayarak seninle ilgili aklıma düşen ilk anının tüm ayrıntılarını hatırlamaya çalışırdım. Hava durumunu, üzerindeki kıyafetleri, etrafımızı saran insanları ya da yalnızlığı, sesleri ya da sessizliği düşünürdüm. Zamanla silinen ayrıntıları hatırlayamadığımda gözlerim dolar, dişlerimi sıkarak hatırlayana kadar tırnaklarımı yiyerek gözlerimi sabit bir noktaya dikip düşünürdüm. Düşündüğüm şeyin çok uzağında düşünmeyi düşünürken zihnim yine bana seni hatırlatır, yeni bir anıyla dağılır, aklıma düşen parçaları toparlamaya girişirdim.

Bugünlerde seni daha iyi hatırlayabilmek için birlikte gittiğimiz yerlere gidip sana ait anıları yeniden zihnimde canlandırabilmeyi hayal ediyorum. Kendimi bir yerde hayal ederken hayal etmeyi düşünecek kadar ileri gittim artık geri dönemiyorum. En başa dönüldüğünde eminim senin de aklına ilk orası gelirdi. Gitmem gereken yer çok uzağımda değildi ama adımlarıma söz geçirmek düşündüğüm kadar kolay olmadı. Üç kez gitmeyi düşündüm, iki kez kafenin bulunduğu sokağın başına kadar gelebilmeyi başarmıştım. Bu kez bir kez daha deneyecektim ve başaracaktım. Nehrin kıyısında, müşterilerine harika bir günbatımı vadeden, kolayca ulaşılabilir kalabalık kafelerin aksine oraya gidebilmeniz için kıyının iki cadde arkasındaki taş döşemeli sokaklara yayılmış kitapçılar ve sahafların arasından geçmeniz gerekirdi. Yolun sonundaki bir butik otel tarafından örülmüş üzeri sarmaşık dolu duvarla kapanan çıkmaz sokağın köşesinde masaları dar kaldırıma yayılmış bir kafe bulunur. Bu civarda çalışan memurların sabah kahvaltısına çörek almak, öğle molalarında kahve içmek için uğradığı sıradan bir kafeden daha fazlası değildi. Benim için bunun çok ötesinde bir anlamı vardı. Seni ilk kez orada görmüştüm. Babam aradığı kitapları bulabilmek için elindeki listeyle sahafları gezerken ben ilk uğradığımız kitapçının tavsiyesiyle onu bu kafede beklemeye karar vermiştim. Sen, sana ait olduğuna inandığım kaldırımın en köşesindeki masada oturuyordun. Masada sahaflardan aldığını düşündüğüm cildi yıpranmış eski kitaplar, not defterleri ve kağıtlar vardı. Sipariş ettiğin kahveyi unutup mürekkepli kaleminle hiç başını kaldırmadan önündeki kitapların satırlarını çiziyordun. Sonra uzunca bir süre bekleyip soğumuş kahveni hızlı hızlı yudumluyor, düşünüyordun. Babamdan sonra birkaç kez daha buraya seni görmek için gelmiş tam karşındaki masaya oturmuştum. Kahve içmekten nefret ederdim. Ağzıma yayılan acı tat midemin bulanmasına ve karnımın ağrımasına neden olurdu. Garsonun ısrarlarıyla sadece şekerli yeşil çay söyleyip babamın kitaplığından aldığım bir kitapla karşına geçer kitabın sayfalarını çevirir, güneş gözlüğümün ardından seni izlerdim. Belki içine gömüldüğün defterlerin arasından başını kaldırıp göz göze geliriz umuduyla. Beni fark etmediğini düşündüğüm günlerden biriydi. Tam karşımda oturuyordun, siyah mürekkepli kalemin, defterlerin ve eski kitaplarınla. Sipariş almak için gelen garsonun kulağına eğilip bir şeyler fısıldamış parmaklarınla iki yaparak siparişinin gerçekten iki adet filtre kahve olduğunu onaylamaya çalışmıştın. Kısa bir süre sonra siparişler benim masama gelmişti. Kahveleri masaya bırakan garsonun ardından hızlıca kitaplarını toplayıp kalkmaya hazırlanırken getirilen yanlış siparişlerin gerginliği ve seni kaybediyor olmanın verdiği mutsuzlukla yüreğimin sıkıştığını hissetmiştim. Ardından karşımdaydın. Kitaplarını masama bıraktın ve kahvenin birini kendine çekip ilk yudumun ardından gülümsemiştin. Seni ilk kez gülümserken gördüğüm andı o an. Hala aklımdaki en canlı zamanlardan biri. Uzayan sessizliğin ardından "Şekerli yeşil çay mı söylemem gerekiyordu?" demiştin. Her şeyin farkındaydın. Utanarak gözlerimi kaçırdığımı hatırlıyorum. Gözlüğümü çıkarıp yüzümü buruşturarak kahvemden bir yudum aldığım zaman kahve sevmediğimi öğrendiğin ilk andı. Ben de senin hakkında bir şeyler öğrenmek için sabırsızlanıyordum. Üzerinde beyaz tişörtün vardı, pembe evrak dosyalarının bulunduğu eski bir çantayı yanımızdaki sandalyeye bırakmıştın. Hava serin sayılırdı ama yanında ceketin yoktu.

Ateşe Verdim KalbimiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin