"Evet. Bana dünya tatlısı bir çocuk verdin. Böyle mükemmel bir anne olduğun için teşekkür ederim." Sözlerini bitirdiğinde cebinden küçük bir kutu çıkardı. Karşımda çevresi küçük pırlantalarla kaplı baget bir pırtlanta yüzük duruyordu.

"İnanamıyorum. Bu çok ani oldu."

"Rahatla Derin, bu bir evlenme teklifi değil. Hala istediğin gibi ağırdan alıyoruz. Seni zorlayarak hiç bir şeyi mahvetmek istemiyorum."

"Bana Leo'nun doğum günü için pırtlanta yüzük alıyorsun ve buna ağırdan almak mı diyorsun?"

"Bana kalsa şu an dizlerimin üzerinde benimle evlenmeni istiyor olurdum. Şu an tamamen ağırdan alıyorum."

"Gerçekten komiksin. Peki o zaman hediyen için teşekkürler."

"Hadi artık odamıza gidelim. Seninle işim daha bitmedi."

"Zevkle..."

Emir

Geceyarısı gelen telefonla uyandım. Arayan Ali'ydi. "Patron, acil durum. Depolardan birine yine saldırı oldu. Hemen buraya gelmen gerek."

"Geliyorum." Telefonu kapatıp hemen üzerimi değiştirip çıkmaya hazırlandım.

Derin de uyanmıştı. "Emir kötü bir şey mi oldu?"

"Bir işim çıktı. Sen uyu."

"Emir ne oldu? Beni her şeyden bir haber bırakıp gitme lütfen."

Yanına gidip alnına bir öpücük kondurdum. "Senin endişeleneceğin bir şey yok. Uyumaya devam et. Her şeyi yoluna koyunca seni arayacağım. Tamam mı?"

"Tamam lütfen biter bitmez beni ara."

"Bana güven."

"Emir..."

Ona odadan çıkmadan son kez baktım. Kaygılı görünüyordu. "Bana geri dön."

Onu son kez rahatlatmaya çalıştım. "Her zaman döneceğim Derin."

Depoya gittiğimde tekrar bir saldırı olduğunu ve içerde 100'e yakın adamımızın mahsur kaldığını öğrendim. Onları kurtarmaya çalışan itfaiye görevlileri vardı. Ama çabaları oldukça yetersiz görünüyordu.

"Bir şeyler yapmalıyız. Onları yardım edelim."

"Burada beklemeliyiz Emir. Elimizden bir şey gelmez."

"Allah kahretsin. Nasıl bunun olmasına izin verdim? Burada böyle bekleyemem."

"Saçmalama Emir. Kendini öldüreceksin." Arkamı döndüm ve depoya doğru koşmaya başladım.

İçeri girmem birkaç saniyemi aldı. Zehirli duman her yeri sarmıştı. Üzerimdeki gömleği çıkartıp burnumu ve ağzımı kapattım. Orada yardım bekleyen insanlara ulaşmak zorundaydım. Her adımda bir şeyler görmem daha da zorlaşıyordu. Kafama inen bir darbe ile yere kapaklandım.

"Ah!" Yere yığıldımda tepemde iki tane gaz maskeli bir adam duruyordu. Konuşmaya çalıştım ama ağzımdan tek bir sözcük bile çıkmadı. Adamlardan biri yüzündeki maskeyi çıkarttı. Karşımda duran Theo Laurent'dı.

"Bu günü çok uzun zamandır bekledim." Her yer bir anda karardı.

Tekrar gözümü açtığımda vücudumu hareket ettirecek gücü kendimde bulamadım. Bir süre öylece orada yattıktan sonra bulunduğum odanın kapısı açıldı. İçeriye iki adam girdi.

"Sonunda uyandın. Hiç uyanmayacaksın sanmıştık. Evet sonunda her zaman kazanabileceğini düşünen adam kaybetti." Konuşan Theo olmalıydı.

"Emir sen uyurken cenaze namazın kılındı. Buradan çıkınca Derin'i teselli etmeye gideceğim." Duyduğum sesle irkildim. Demek prens de bu işin içindeydi. Hafızam yavaş yavaş yerine gelmeye başladı. Yangında beni öldü gösterip kaçırmış olmalıydılar. Derin muhtemelen perişan bir halde benim öldüğümü düşünüyordu.

"Siz neden bunu yapıyorsunuz?"

"Çok basit bir sebebi var. Jos ve ben işlerimizin akıbeti için seni ortadan kaldırmak istediğimize karar verdik. Jos burada oyundan çıkıyor. Ona veda edebilirsin. Bundan sonrasında zamanını senin sevgilinle ilgilenmekle geçirecek. Bense senden biraz faydanlanmak için bir süre daha yaşatmaya karar verdim. Benim için yer altı dövüşlerine katılacaksın."

"Sizi öldüreceğim bunu biliyorsunuz değil mi?" Theo yanıma gelip karın boşluğuma bir tekme attı.

"Nefesini boşa harcama akşam ihtiyacın olacak."

Bu oynadıkları hastalıklı oyunun ortasında kalmıştım. Yaşamak için Theo için dövüşmek zorundaydım. Prens ise benim boşluğumdan yararlanıp Derin'i teselli etmek için ona yaklaşacaktı. Buradan kaçmak zorundaydım. Ama bulunduğum durumda hiç bir çıkış ihtimali görünmüyordu. Öldüğümü düşündükleri için beni aramıyorlardı bile.

Theo'nun adamları beni tutup ringe götürdüklerinde bitik bir haldeydim. Karşıma gelen adam çelimsiz biriydi. Onu yaşamak için tek hamlede yere serebilirdim. Bu durumda olduğumuz için ikimize de acıyordum. Hiç bir sorunum olmayan bu adamı nasıl bir cani gibi öldürebilirdim ki? Burada insanlığımı kaybetmeden nasıl yaşamaya devam edebilirdim?

Theo kalabalığa seslenmeye başladı. "Beyler. Bu gece aramızda Prens Josef var. Ayrıca dövüşçülerimizden biri ünlü iş adamı Emir Çetinkaya. Çoğunuz onu tanıyorsunuz. O artık ölü bir adam ve burada hayatı için dövüşecek."

Dövüşe kendimi koruyarak başladım. Adama hiç vurmuyor sadece kendimi savunuyordum. Bir süre sonra adamın yumrukları hızlanmaya başladı. Önce göğüs kafesime bir yumruk sonra dizime bir tekme geldi. Kendimi savunmak ayakta kalmama yetmiyordu. Eve dönmek zorundaydım. Aileme geri dönmek zorundaydım. Beni bekleyen bir oğlum vardı. Ayağa kalkıp önce adamın çenesine bir yumruk savurdum. Ağzından kanlar boşaldı. Birkaç yumruk sonrasında adam bilinçsiz kalıp yere yığıldı.

"Çok iyi Emir. Öldür onu."

Adam zaten ölmek üzereydi. Eğer bir hamle daha yaparsam nefesi kesilecek, ruhunu teslim edecekti.

"Bu kadar yeter Theo."

"Bu sana kalmış bir şey değil Emir. Bitirin işini."

Adamlar silahlarını çekip yerde hareketsiz yatan rakibimin işini bitirdiler.

"Bu güzel dövüş için Emir Çetinkaya'ya teşekkür ediyoruz. Gecemiz sona ermiştir."

Beni getiren adamlar ellerime zincir bağlayarak geri götürdüler. Karşımdakinin tersine o gece hayatta kalmayı başarmıştım. Tutsak olduğum yerde ellerim ve ayaklarım zincirli yatarken tek düşündüğüm şey Derin ve Leo'ydu. Benim öldüğümü düşünürken kim bilir Derin ne haldeydi? Onu tanıyorsam kendini harap etmiş bir şekilde ağlıyor, ağzına tek lokma koymuyordu. Ali ona destek olmaya çalışıyor olmalıydı ama Derin kadar inatçı biriyle baş etmeyi becerebileceğinden emin değildim. Bu pislik yerde sadece onu ve oğlumu tekrar görebilmek için dövüşmeye devam etmek zorundaydım.

Zorunlu EvlilikWhere stories live. Discover now