Bir şeyler konuşuyorlardı, bir kağıda bir söğüte bakıyorlardı ancak duyamıyordum seslerini.

Ama bir yolu vardı duymamın. Söğütün sesini çağırabilirdim.

Yavaşça eğildim olduğum yere, elimi toprağa koydum ve söğütün köklerini buldum toprakta. Toprağın altında konuşuyordu söğüt.

Gözlerimi kapattım ve konuştum onunla. "Mare salcie, șoptește-mi. Fii o ureche ca să aud."

Ama beni duymadı. Bir kez daha söyledim. Şimdi ise iki genç adamın söğütün yanında konuştuklarını duyuyordum topraktan.

"Başka bir şey yazmıyor mu kağıtta? Ne bileyim...kim dikmiş bu ağacı, ne zaman dikmiş?"

Arkadaşı esmer olana sordu kağıda doğru eğilip bakarken. O da başını eğip kağıda baktıktan sonra cevap verdi. "Kimin diktiği yazmıyor. Ama bu söğüt sanırım dört yüz küsür yaşında...ya da dört yüze yakın."

Bu söğüt dört yüz yirmi iki yaşındaydı. Büyükannem anlatmıştı hikayesini.

Kağıdın köşesinde bir şey gösterdi ve "Bak," dedi. "Devamı okunmuyor ama bin beş yüz yazıyor başında...tarihin devamı okunmuyor ama."

Söğütte ne aradıklarını merak ediyordum. Söğütten ne istediklerini merak ediyordum. Ama söğüt onlarla konuşmazdı, söğütün dilini onlar anlamazdı.

Söğüte uzanıp yaşlı gövdesine dokundu esmer olanın arkadaşı, sonra ise ona döndü şaşkınlıkla, biraz da dehşete kapılmış gibiydi. "Şuna bak Zayn...sanki kalbi atıyormuş gibi."

Zayn. İsmi çok tanıdıktı. Ama bir o kadar da yabancıydı.

O da tıpkı arkadaşı gibi söğütün gövdesine dokundu, elini gövdesinde gezdirip kabuklarını okşadı ve sonra söğüte yaklaşıp kulağını dayadı yaşlı gövdesine.

Onu dinledi. Sessizce dinledi sadece. Sonra ise "Sanki içinde biri konuşuyor...bir şeyler söylüyor gibi. Ama anlamıyorum." dedi.

Elimi çektim topraktan. Artık onları duymuyordum.

Dut ağacının arkasından çıktım. Lambanın içindeki muma uzanıp onu yaktım ve onlara doğru yürüdüm. Onlara gittiğimi hissetmemişlerdi.

Sessizce yürüdüm. Sesleri yaklaşıyordu ve ne dediklerini işitiyorum artık.

"...ama şimdilik kimseye sormayalım. Köy halkı bizi daha tanımıyor."

Zayn'in konuşmasını duyuyordum ama neyden bahsettiğini, neyi sormaktan bahsettiğini anlayamamıştım. Başını kaçırmıştım konuşmasının.

Arkadaşı ona cevap vermek için ağzını açtığında ise tam arkalarında durup "Ne arıyorsunuz burada?" diye sordum onlara. Elimdeki mum lambasını yüzümün yanına kadar kaldırmıştım. Küçücük bir mumun ucunda yanan küçücük bir alev ondan beklenilmeyecek kadar parlak bir ışık saçıyordu. Bana döndüklerinde mumun ışığı bir güneş kadar aydınlatmıştı yüzlerini; gözlerini kısmış, ellerini siper etmişlerdi ışığa.

Ellerindeki fenerlerin ışığını söndürdüler. Ateşin ışığı yerlerince parlaktı.

"Kimsin sen?"

Arkadaşının sorusunu duyduğumda ise gözlerimi kırptım ve ateşin ışığını azalttım. Şimdi beni görebiliyorlardı. Önce elimdeki lambaya sonra bana baktı arkadaşı. Ancak Zayn'in ilk baktığı ben olmuştum. Yüzüme baktı önce, sonra ise elimdeki lambaya. Bakışlarından ürpertisi ve kafa karışıklığı yansıyordu. Minicik bir mumun nasıl bu denli ışık saçtığın anlayamıyordu.

CarolinaWhere stories live. Discover now