7- Koğuşta Kriz

En başından başla
                                    

Burnumdaki oksijen maskesini fark ettim daha sonra başımda dikilmiş bana bakan doktoru gördüm. Uyandığımı fark ettiğinde bana doğru eğildi.

"Nasılsın?" dediğinde yüzüne baktım öylece. Turp gibiyim amına koyayım.

Yüzümdeki oksijen maskesi yüzünden konuşamıyordum, cezaevinde değildim. Hastaneye getirilmiştim sanırım, ne olup bittiğini yarım yamalak hatırlıyordum.

Elimi kaldırıp yüzümdeki maskeyi çıkartmak istedim ama kolumda hem serum hem de işaret parmağımda bilmediğim bir alet takılıydı. Nefes aldıkça ciğerlerim yanıyordu.

"Altı kaburgan kırık" dedi serumumu değiştirirken. Ayrıca elim hasta yatağına kelepçelenmişti, bu halde kaçabilirdim sanki. "Sol kolunda parçalı kırık var, ayak bileğin çatlamış" dediğinde gözlerimi yavaşça kapatıp açtım.

Suratımdaki oksijen maskesini çıkartıp konuşmak istiyordum ama bir kolum kırık bir diğeri  hasta yatağına kelepçeliydi. Kendimi daracık bir yerde sıkışmış gibi hissediyordum, bağırmak, çığlık atmak buradan çıkmak istiyordum. Klostrofobim yoktu ama sıkışıp kalmış gibi hissediyordum ve bu beni çok korkutuyordu.

"Bunu sana kimin yaptığını hatırlıyor musun?" dedi ve eliyle yavaşça oksijen maskesini çeneme indirdi. Temiz hava ciğerlerimi ağrıtırken suratımı buruşturdum.

"Bir çok kişi" dedim kısıkça. "Burada gardiyan ya da asker var mı?" dediğimde yavaşça kafasını salladı.

"Görüş saati geçmiş mi?" dedim titreyen sesimle. "Gelip beni bulamadılarsa çok korkarlar, sorar mısınız?" dediğimde kafasını salladı ve beni daha çok konuşturmayarak oksijen maskesini geri taktı.

Dışarı çıktığında bakışlarımı beyaz floresanların takılı olduğu tavana diktim. İyleşir iyileşmez beni o koğuşa tekrar sokacaklardı, öleyim istiyorlardı.

Çok geçmeden doktor tekrar içeri girdi ve bana baktı. "Kimse gelmemiş görüşe" dediğinde çatlamış ve kan oturmuş dudaklarımın titrediğini hissettim.

Şakaklarıma süzülen iki damlanın varlığını hissettiğimde kafamı yastığa bırakıp gözlerimi kapattım. Belki de savaşmak adaleti sağlamazdı, kendimi bırakıp bana yazılmış kaderi kabullenmeliydim. Sessiz sedasız ölüp gitmeliydim.

- Gökay -

Bugün koğuş hiç sessiz olmadığı kadar sessizdi. Sabah kahvaltı edilmemişti, Abbas abi çay demlemişti yalnızca içsinler diye. Kimse içmemişti.

Ayaklarımı kendime doğru çekmiş yaşı bir gündür dinmemiş gözlerimle koğuşa baktım öylece. Vicdan azabım öyle bir binmişti ki vücuduma, nefes aldırmıyordu bana.

Kunt abiyi uyarabilirdim, Ercan denilen gardiyan bize her şeyi anlattığında anlamıştım ona ne yapacaklarını, tahmin etmiştim.

Bir katil vardı koğuşta, solcu katili. Öyle diyorlardı ona.

Sorun cinayet işlemesi değildi, bu cezaevinde kim bilir kaç tane katil geziyordu. Diğerleri onun bir katil olduğunu ve solcu öldürdüğünü duyunca çileden çıkmışlardı. Ercan denilen gardiyan sırf solcu olduğu için cinayet işlediğini söylemişti, o an insan şoka girip ne yapacağını bilemese de biraz zaman geçince bunun ne kadar saçma ve mantıksız olduğunu anlıyordu.

Bakışlarım ranzalarında yatan, abilerim dediğim adamlara döndü. Kartal abinin eklemleri Kunt abiye vurmaktan kıpkırmızı olmuş, soyulmuştu.

Bakışlarım onun sadece bir demirden oluşan yatağına gezindi. Süngeri dahi yoktu günlerdir, soğuktu da hava. Ne yapmıştı buz gibi koğuşun içinde öyle, kimse umursamamıştı. Ben de dahil.

yara izi tacirleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin