7.BÖLÜM: "GEÇMİŞİN İZLERİ"

51 11 38
                                    

🕊

Bir kuyruklu yıldızınızı alırım ama ★
____________________

7.BÖLÜM: "GEÇMİŞİN İZLERİ"

İnsanlar bazen durduk yere çöküş yaşayabilir. Bazen yaşadıklarının ne kadar ağır olduklarını bir anda fark edebilir ve o an kendinden nefret edebilirdi. Ben kendimden nefret ediyordum. Nedenini her defasında da sorgulayacak bir nefretti benimkisi. Ama en sonunda da hiçbir cevap almayacağım bir sorgu. Kendimi berbat hissediyordum. Herşey bir anda üst üste gelmişti. Bir polis tarafından babamla tehdit edilip bir anlaşmaya imza atmıştım ben. Hem de bu imza benim ihanet fermanımdı. Bu ihanet beni geçmişimle yüzleştiriyordu.

Kaldıramıyordum. Yediremiyordum kendime. İhanet benim kırmızı çizgimdi fakat bunu bilen tek bir kişi bile yoktu.

Bazıları kendilerini bu çöküş üzerine eve kapatabiliyor belki de haftalarca o evden çıkmıyordu. Bazıları kafasını dağıtmak için orda burda sarhoş olup eğlenmeyi tercih ediyordu. Bazılarıysa sadece huzuru hissettiği yerde bulunmak istiyordu. Benim huzurumun olduğu belli bir yer yoktu. Ben o huzuru bir sokak ortasında da bulabilirdim bir denizkenarında da veya bir ormanda hatta belki sadece gökyüzüne baktığımda... Kısacası huzur kavramına anlamdaş bir kavram yoktu benim için.

Mucizelere de inanmazdım. O an huzur bulduğum gökyüzünde bir yıldız kaysa dilek dilemezdim. Niye dileyecektim ki? Sanki dilesem gerçekleşecekti. 

Ben her zaman imkansızı isteyen olmuştum. O kayan yıldız benim imkansız isteklerimi gerçekleştiremezdi. Benim dileğim huzurdu. Huzura eş anlamlı bir şeyler arıyordum. Benim dileğim çocukluğumdu. Ben çocukluğumu kurtarmak istiyordum. Fakat öldürülmüş bir ruhu nasıl kutarabilirdim?

Bana eziyet eden gecenin geç saatlerinde huzuru sokak köşelerinde ararken bulmuştum kendimi. Bir duvar dibine yaslanmış bacaklarımı kendime çekmiş bir halde gecenin geç saatleri olduğunu belli eden ıssız caddeden tek tük arabalar geçiyordu. Ben bir çıkmaz sokak girişinde sönmeye yüz tutan tabelaların renkli ışıklarını izliyordum. Gecenin verdiği soğukluğu yok etmesini sağlayan siyah deri ceketimle iyice önümü kapatmış kendimi dinliyordum. Bunu sürekli yapardım. Huzur bulacağımı umduğum yerde kendimi dinlemek. Benim derdim huzurla değildi belki de. Benim derdim geçmişimin verdiği hasarlarlaydı.

Sızlayan burnumla havadan titrek bir nefes çektim içime. Sessizlik başkalarını korkutabilirdi. Ama bana en huzur veren şey de sessizlik diyebilirdim. Belki de huzurun anlamdaşı buydu benim için. Ceketimin cebinden sigaramı ve çakmağımı çıkarttım. Kuru dudaklarımın arasına sıkıştırdığım sigarayı yakmak için çakmağı yakıp sigarama yaklaştırdım. Sigaradan yayılan dumandan bir nefes çektim.

Çoğu insan bu kokudan nefret ederken bu koku bana güzel geliyordu. Bir kötü alışkanlığım da buydu herhalde. Annem bana yaşa diyordu bense ölmek için her yolu deniyordum. Ona yaşamak için söz vermemiştim. Veremezdim de. Çünkü o bana verdiği sözlerin hiçbirini tutmamıştı. Bense tutamayacağım sözlerin sözünü kimseye vermiyordum. Bana kazandırdığı en büyük ders bu olsa gerekti. Tutamyacağım sözler tutmamak.

Zeminden gelen ayak sesleri yükselirken tam karşımda gölgesiyle bir çift siyah bot belirdi.

Buraya gelirken takip edildiğimin farkındaydım. Buyüzden önümde duran bir çift siyah bot beni şaşırtmamıştı. Bu botların sahibiyse karşımda dikilmek yerine bacaklarını kırdı ve bir dizinin üzerine çöktü.

Başımı eğdiğim yerden ağır hareketlerle karşımdaki adamın yüzüne çıkardım. Masmavi gözleri gecenin karanlığında koyulaşmış bir halde bana bakıyordu. Yüzündeki ifadeyi okuyamadım fakat yine o alaylı ses tonu kulaklarımda duyuldu. "Bir küçük kız için burası fazla ıssız değil mi?" Diye sordu.

ACIBADEMWhere stories live. Discover now