“Tamam.” dedi Balın tatlı tatlı. O sırada kendilerine bakan Eray bey kıskanarak içten içe mırıldansada, sesini duymuştu Balın. Karşı koltuklarında oturan babasına doğru gülümseyerek dönünce, kendisine bakan Eray bey kocaman gülümsemişti. Bu kez Göktuğnun bacaklarından inip babasına doğru yürüdü. Dışarı çıkmak istiyor, doğayı seyretmek istiyordu. Hem Rizeyide çok sevmişti. Bu yüzden evde kalmasını gerektirecek hiçbir sebebi yoktu.

“Babacım, dışalıya çıkabiler miyiz?” dedi son harflerini uzatarak. Ellerini Eray beyin dizlerine yaslamıştı, sağ ayağının ucunu ezerken gözleri merakla Eray beyi inceliyordu. Bir süre sessizlik olan ortam tatlılık akan görüntüyü izlemişti. Ardından Egenin, erik dalı oynayarak gidişi tüm büyüyü bozmuş, baba kızın kendisine gelmesini sağlamıştı. Eray elini kızının yanağına yaslayıp gülümsedi. “Çıkalım tabi güzelim, koş ayakkabılarını giyin.”

“Amca, dikkat edin giderken. Bu aralar etraf pek tekin değil.” kaşları çatık Arat'ı, kafasıyla onayladı Göktuğ. Yavaş yavaş bir şeylerin farkına varıyorlardı. Balının öz ailesi hakkında bir araştırma yapmıştı Arat, dedesinin silah ticareti yapan bu tarz işlerle ilgilenen biri olduğunu ama iş adamı diye nitelendiriliğini öğrenmişti. Daha fazla bilgi anlamayınca Göktuğdan yardım almış, karargaha haber yollatmıştı.

İkili ne var ne yoksa öğrenmiş, hatta şu an İstanbulda Balını aradıklarını duymuştu. “Bir problem mi var aslanım?” dedi Eray bey tıpkı onun gibi. Sesi tedirgin çıkmıyordu, korku dolu çıkmıyordu, endişeli hiç çıkmıyordu. İçindeki tek endişe o karargaha dönünce ailesine bir zarar gelmesiydi. Bu yüzden silahını belinden hiç indirmezdi.

“Şimdilik yok ama bu olmayacağı anlamına gelmez. Sadece siz değil, hepiniz...” dedi parmağını hepsinin üstünde gezdirerek. “Hepiniz attığınız adıma dikkat edin. Yanınızda olamadığımız zaman korunmasızsınız. Sizin için koruma polis ayarlarım.” ellerini dizlerinde vurup ayağa kalktı Eray bey. Kapının önünde deli gibi kendisini çağıran kızını daha fazla çıldırtmamak için acele etmesi gerekiyordu. “Polise gerek yok Ali var zaten.” Eray bey rahatça gerindi. Yaşına göre sağlam vücudu hareketleriyle daha da şişmişti.

“Ali eğer yenilmezlerden biri değilse, hepimizi aynı anda koruyamaz amca. Ki yenilmez olsa bile koruyabileceğini hiç sanmıyorum.” Ataʼnın kendinden emin sesi sonlara doğru patlama yaşayarak kısıldı. Bu yaşında dayak yemeye hazır değildi. En iyisi içinde tutmaktı bazı şeyleri. “Evet baba, Ata doğru söylüyor. Ali hepimizi aynı anda koruyamaz. Hadi diyelim biz kendimizi bir şekilde koruduk, Ege be Balın nasıl korunacak. Ali sürekli senin peşinde çünkü.” Atakan elindeki dosyayı koltuğun önündeki sehpaya bıraktı.

“Bir gün iki gün neyse, bu adam normal biri değilmiş belli ki abim. Siz ne olur ne olmaz birkaç polis veya asker kapıya dikin.” Erdal beyde gençlere katılınca, saniyeler sonra Eray bey bacağına çarpan hafif bir şey hisseti. Tam oflayacaktı ki, bacağına tekme atıp geriye çekilerek yüzüne bakan kızının tatlı haline güldü.

“Niye...” bir kez daha tekme atıp çığlık atmaya başladı. “Meni oyalıyolsun! Söyleseydin Poyat geliydi!” Haklı ve hırçın isyanı Erdal beyi bile güldürmüştü. Bekletildiği zaman, elinden yemeği alındığı zaman, uykusu bölündüğü zaman kafayı yiyordu. Elinden çikolatayı almaya çalışan Cihan yüzünden yine böyle bir şey yaşamışlardı.

“Özür dilerim babam, ben yaşlıyım anca kalktım.” dedi mahçupca. Balının çatık kaşları aniden düzelirken gülümsedi. “Yoo, çıtıysın ki” dedi Ege gibi. Ne öğreniyorsa ondan öğreniyordu zaten. Yanında beş dakika dursa, on beş yaşında köşe başı rapçi çocuklarına dönüyordu hali. “Bu kız bunları kimden öğreniyor diye soracaktım ki, parazit gibi evimde yer edinmiş biri olduğunu hatırladım.” Selim bey, parmak uçlarıyla gözlerini ovaladı. “Evlatlık veremiyor muyuz? Çok geç değil bence.”

BalınWhere stories live. Discover now