“Yemin ederim keserim kafanı! Benim kızım bana benzeyecek pancar götlü!” adam elini sırtına götürerek gülümsemesini sildi. Yerine acı dolu bakışları gelirken silahla vurulmuş gibi verdiği tepkiler küçük kızın gülümsemesini sağlamıştı. “N'apıyorsun be cadı kadın! Sırtımı söktün!” kendini yalandan attığı yerde baygınlık taklidi yaparken, tek gözünü açıp etrafına baktı. Kimsenin kalkıpta kendisine yardım etmediğini görünce ayağa kalktı hemen. “Ne vefasız olmuşsunuz! Hep sizi bu kadın bozmuş ha, kimsede kalkıp amcasına yardım etmedi. Yazıklar olsun.”

Göktuğ oturduğu yerden elindeki zeytini alıp adama fırlattı. “Rahat bırak annemi!” kaşları çatılırken, yaralı göğsünü tuttu. Sol eliyle attığı için kalbinin etrafında hafif bir sızı oluşmuştu. “O ananda ben bacın mıyım? Amcanım ben senin terbiyesiz adam!” ardından bir kaç gün önce duyduğu Göktuğnun yaralandığı haberini hatırlayınca masanın etrafından dönüp Göktuğa yaklaştı hızla.

“Amcasının aslanı yaralanmış mı? Öpeyimde geçsin.” yavaşça eğilip kendisine ters ters bakan adamı umursamadan yüzünü tutarak yanağına ıslak bir öpücük bıraktı. “Iyy! P*zevenk herif! Bırak lan yanağımı!” onlara atılan iğrenç bakışları ve yaralı göğsünü umursamadan masadaki su bardağını adama doğru fırlattı. “Bana bir daha yaklaşırsan ümüğünü sıkarım!”

Balının kendisine güldüğünü görünce gerilen yüzü yumuşadı. Eğilip Yiğidin kucağından alarak kendi sıkı sıkı sarıldı. Geri sandalyesine hiçbir şey olmamış gibi otururken gülümsüyordu. “Abi, senin oğlunda şizofreni belirtileri var haberin olsun.” Eray beyin kulağına kısıkça söylemeye çalıştıklarını duyanlar gülmemek için dirensede Ege gülmekten kıpkırmızı olmuş haliyle yere düştü. Masanın altında gezine kaçmış suyu burnundan akıtırken hala gülmeye devam ediyordu.

“Hepsi mi deli olur ya!?” kendi kendine söylenen Çağanı göz hapsine alan Balın, geçen gördüğü yakışıklı erkekle tanışmadığını hatırlayınca dakikalar önce çikolataya daldırmış olduğu ellerini ona doğru uzattı. Göktuğnun yanında oturan Çağan elini kendisine uzatan kızla şaşırdı önce, böyle bir şey beklemiyor gibiydi ama bozuntuya vermeden gülümsedi.

“Bana mı gelmek istiyorsun ufaklık?” Balın Göktuğun verdiği muhlamalı ekmeği minik dişleriyle çiğnerken, kafasını aşağı yukarı salladı. Üstündeki pijama ve dağınık saçlarıyla aşırı yiyilesi duruyordu.

“Gel bakalım.” Göktuğ küçük kızın kucağından gidişini büyük bir hüzünle izlesede müdahale etmedi. Onlara alışması gerekiyordu bu yüzden kendi içinde sessizlik yemini etmeye karar verdi. Yoksa kurşuna dizseler Balını yine ondan alamazlardı. Geriye yaslanarak, küçük kızın çikolata olmuş yüzüyle tatlı tatlı Çağana gülümseyişini izledi.

Her görüşünde kalbine bir şeyler oluyordu. Dikenler batıyor fakat hemen sonrasında o kanayan yaradan çiçekler açıyordu. Nasıl bu kadar kusursuz olabilirdi ki? Nasıl bu kadar küçük, güzel, melek gibi olabilirdi?

Tahir olduğu yerden doğrularak yerde gülmeye devam eden egenin yerine oturdu. Ayağıyla bir kaç tekme savurup altta can çekişen çocuğu Cengizin olduğu kısma savurdu. “Amca! Ölüyorum sanırım o nasıl koku?” adam sanki ayakları cennet bahçesi kokuyormuş gibi gülümsedi.

“Aman dikkat et herkese nasip olmaz bu kokuyu almak!” midesi bulanan Arat elindeki çatalı adama doğru savurup başını başka yöne çevirdi. Kesinlikle adam insan yüzü görmeye görmeye mağara adamı olmuştu. “İğrençsin!” duyduğu şeyle Arata yüzünü ekşiten adam biraz önce herkesin midesini bulandıran o değilmiş gibi kınayan gözlerle baktı Arata. “Ben senin amcanım musluk ağızlı!”

BalınWhere stories live. Discover now