Ben, Zehra Ilgaz.

432 115 159
                                    

Ben, Zehra Ilgaz. Acıyı, boynunda urgan gibi dolamış; parmak uçlarına mürekkep lekesi yerine vedaları yakıştırmış olan kadın.

Adalet elbisesini gururuyla yıllardır üstünde taşımış, bedenine barut kokusu sinmiş ve vatanına layık kadınım.

Kadındım.

Şimdi ise bir külfet gibi üzerime acizlik yapışmış, dört senenin fersudeleştirdiği bir kadınım.

Yaşanmış yaşanmamış bütün duygular ruhumu terk etmiş; ıssız, köhne bir kulübeye benziyorum. Tüm güzel şeylerin yanıma bile yaklaşmadığı, cevri hak etmiş kadınım.

Mavi gökyüzünde bir zamanlar adım dalgalanırken, saniyelerin gelip geçtiği bu zamanda namıma yarışan tek şey hevacis.

Ölümün bana uğramadığı, nefesin haram olduğu bir kadınım artık.

Ben, Zehra Ilgaz. Otuz dört yaşında kendi nefesini kendi yitiren birisiyim. Yaprak dökümünü bile bile kendine reva gören, saçlarıma karların bürümesine göz yummuş kadınım.

Ben kimdim? Kimliğimin, anılarımın silinmiş olduğu herkesten biriyim yalnızca.

Ben, Zehra Ilgaz. Şairlerin karalayıp sonrasında buruşturduğu kağıtlardan birisiyim. Bir annenin çaresiz çığlıkları, bir babanın gözyaşı. Küçük bir çocuğun yitik umutları, sevdiği herkesi teker teker kaybetmiş kadınım.

Ben eski yüzbaşı, Zehra Ilgaz. Adı üstünde eski. Ne gözü karalığı ile tanınan Zehra ne de metanet duygusunu yüreğinde barındıran kadınım artık. Bunların hiçbirine sahip değilim.

Elimde bavulum, karşımda büyük harflerle nizamiye olduğunu bağıran bir bina.

Bir çavuş bana doğru geliyor, "Komutanım, size ben eşlik edeceğim." diyor. Komutanım demesi bana bir yerden tanıdık geliyor.

Dört sene önceki Yüzbaşı Zehra Ilgaz ve timi.

Usulca baş selamı veriyorum, "Lüzumu yok, giderim ben." diyorum ona karşılık. Eskiden olsa izin verirdim eşlik etmesini, bir de çay parası verirdim. Gülerdim yüzüne.

Eski Zehra öyle yapardı çünkü.

İtiraz ediyor. Emir büyük yerden, ondan dolayı. "Söylerim ben tuğgeneraline. Kızmaz sana." daha sonra sırtını sıvazlıyorum.

"Fakat yüzbaşım..." yeniden itiraz etmeye kalkıyor, bana yüzbaşım diyor. Bir zamanlar bu rütbeyi onurla taşırken şimdi ise bir türlü şu rütbeye kendimi yakıştıramıyorum. "Git dedim sana, giderim kendi başıma." sesim baskın çıkınca başını öne eğip kabullenmek zorunda kalıyor.

"Emredersiniz Komutanım." deyince yolumdan çekiliyor ve hızlı adımlarla bulunduğum konumdan uzaklaşıyor. Derin bir hava çekiyorum içime. İronik bir şekilde iyi gelmesini diliyorum, sanki hayatımdaki her şey yolunda gidiyormuş gibi. Bunu hak ediyormuş gibi.

Bavulumu yerden temasıyla kesip gönlü olmayan adımlarla binaya doğru adımladım.

Çiçek kokan bu bina yokluğumda küf kokmaya yüz tutmuş. Ciğerlerime dolan koku ile farkına varmıştım. Her şey dört sene öncesi gibi aynı, her şey dört sene öncesinde daha ayrıydı.

Bu binaya ilk girdiğim zaman hayatımın değişeceğini bilerek girmiştim. Hiçbir şeyin kolay olmayacağını, sabır gerektiren bir yola girdiğimi kendime anlatmıştım.

Merdivenleri çıktıkça hatıralar yuvasından çıkmış, sokakta gezinmeye durmuştu. O zamanlar çömezdim, yirmi bir ya da yirmi iki yaşında ya var ya yoktum. İçimdeki heyecanı söndürmeye hiçbir güç yetememişti.

Çömez dediler, ağrıma gidecek sözler sarf ettiler. Başaramayacak gibisin Zehra, vazgeçecek misin hemen Zehra, çömezsin, acemisin, korkak bir kız çocuğuna benziyorsun Zehra... Şahsıma söylenen sözlerle on kitaplık roman yazardım.

Daha iyi olmam için yaptıklarını düşündüm hep. Hırslandırmaya çalışıyorlardı. Hırs duygusunu, benliğime alıştırana kadar devam etti bu.

Yeni kişiler geldikçe çömez sıfatı Zehra'dan uzaklaştı, diye düşünüyorsanız yanlış düşünüyorsunuz. O zamanlar başarılı bir Albay olan Kemal Ilgaz'ın kızı Zehra Ilgaz olduğumu bildikleri için üzerime daha çok gittiler.

Torpille gelmiş buralara demesinler diye iki kez yapılan sınava bana yirmi kez yaptılar. Askerler günde iki yüz şınav çekmek zorunda ise ben üç yüz tane çekiyordum.

Şimdi ise adı neredeyse altın harflerle yazdırılacak olan Yüzbaşı Zehra Ilgaz'dım. Fakat ne yüzbaşı rütbesini ne de altın harfleri hak etmiştim.

Merdivenleri çıktım, uzun dar olan koridorların duvarlarına baktıkça kriz geçirdiğim günler takıldı yamacıma bu kez.

(...)

"Bırakın beni! Bir katile, öldürdüğü masumların fotoğrafını gözleri önüne seremezsiniz!"

Haykırışlarım, feryatlarım boşuna idi. Bu şehrin beni anlamaya niyeti yoktu.

"Bir katilim ben, içimdeki beni öldürmüş bir katil... Toprak kan ağlıyor, görmüyor musunuz? Siz kör, ben katilim... Nefes almayı, yürümeyi, düşünmeyi, su içmeyi hiçbir şeyi hak etmiyorsunuz! Bu dünyada yalnız bir hâlde acı çekmek istiyorum ben. Çünkü vicdanıma hitap eden tek şey bu..."

Mezarlarına gidemiyorum, dua edemiyorum.Yasımı doyasıya yaşayamıyorum bile.

Ölümle gözünü boyayan kadın, şimdi ise ölümden korkuyordu.

(...)

Hani hayat müşterek idi? Kim dediyse koca bir yanılgıya kapılmış. Çünkü yaşanan eziyetler, üzüntüler tek kişilikti.

Uzunca yürüdüm. Kalabalık olan koridor, gözüme tekin gözüküyordu. Bu duvarlar bile söylemeye devam ediyordu, tüm bunları hak ediyorsun Zehra. Acı çekmeye de, hüzünleri de, yakana yapışan acizliği de. İyiden uzak her şeyi hak ediyorsun.

Koridorun sonunda birkaç basamak daha çıktım. Bu sefer karşıma çıkan koridor daha sakindi. Elimdeki bavulumu sıkıca kavradım. Sil baştan yaşayacakmış gibi değil de belime kemer misali dolanan kederleri baştan yaşayacakmış gibi yürüdüm.

Kapının karşısında durduğum zaman yazan isim, bir kez daha ağlarıma yakalandı. Tuğgeneral Kemal Ilgaz.

Baba idi. Fakat hiçbir zaman benim babam olmamıştı. Birçok şeyi benden alıp girdabına sokan hayat, babamı da küçük yaşta benden almıştı.

Bu yüzden hiçbir şeyi sineme çekip saklamıyorum. Hayat, görüyor çünkü. Değer verdiğim kimse alıyor yanına. Bunun suçlusunu ben göstererek yapıyordu. Zaten suçlusu ben değil miydim?

Suçlunun da suçlusu vardı. Tek başıma işlememiştim cinayetlerimi. Baba yardım etmişti bana, herkesin gözdesi olan Kemal Ilgaz.

Ben canımı öldürdüm o ise çocukluğumu öldürdü. Şimdi kim, daha çok günahkârdı?

ZEHRA.Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang