2

222 72 26
                                    


İkinci kez geldiği bu iğrenç harabeye bakarken evin duvarlarına sinmiş küf kokusu midesini bulandırıyordu. Bir insan burada nasıl yaşayabilirdi ki? İçinde bulunduğu boktan durum olmasa lanet okuduğu bu evin önünden bile geçmezdi ama peşinde malının parasını isteyen bir uyuşturucu baronu varken uyku dahi uyuyamıyordu. Alması gereken büyük bir meblağ vardı, eh parayı alamazsa da canını alacaktı kadının, başka seçeneği kalmamıştı. Madem düşmüştü bir bok batağına, giderken sebebi olan kadını da yanında götürmek belki içini soğutabilirdi.

Üç gün önce geldiğinde paramparça ettiği camdan elini sokup kilidi çevirdi ve gıcırdayan kapının açılmasını sağladı. Anında suratına çarpan mide bulandırıcı kokuyla yüzü buruşurken, birkaç dakika içinde alışmayı umarak içeri girdi. Hiçbir değişiklik yoktu, yine her yer her yerdeydi. Zaten sihirli bir değneği olsa yine adam edemezdi bu harabeyi. Annesinin burayı görmesini istedi bir anlık. Belki küçükken odasını toplamadığı için yediği azarlar için bir özür kapabilirdi bu sayede.

Saçma düşünceleriyle kendi kendine gülerek havada uçuşan tozları umursamamaya çalıştı ve odalara bakınmaya başladı tekrar. Kapıdan içeri girildiği anda salon demeye bin şahit isteyen bir salonu ve o girişte, içinde iki yatak odası, bir mutfak ve bir de banyoya açılan kapılar vardı. Mutfak, banyo ve bir yatak odasını pek dikkat etmeden inceleyip geçtikten sonra bilerek en sona bıraktığı odanın kapısına ilerledi ve hafif aralık görünen kapıyı ayakkabısının ucuyla iterek açtı.

İçeriye ilk adımını attığında, geçen günün aksine dikkatlice inceledi odayı. Çocuk odası olduğu belliydi ama buranın da çöplükten farkı yoktu. Tozdan buğulu görünen pencerenin önünde tek ayağı kırık olduğu için yere doğru eğik duran bir beşik ve yanında da tek kişilik bir yatak vardı. Üstleri bir sürü ıvır zıvır ve kutulara dolu, bir insanın burada yaşamadığını bas bas bağırıyordu resmen. Yatakların dışında odada bir şifonyer, bir dolap ve çatlak duvarlara asılmış birkaç resim vardı.

Duvara yaklaşıp, anne, baba ve bir kız, bir de erkek çocuktan oluşan mutlu aile resmini dikkatlice incelediğinde, bir çocuğun elinden çıktığından emin olmuştu Yoongi ama çocuk ortalıkta yoktu. İlk seferinde öylesine bakmak için bakmış ve üstünkörü bir şekilde göz gezdirmiş olsa da bu odada bir çocuğun varlığını fark edemeyeceğini düşünmüyordu. Yine bir anda ortaya çıkacak gibi bir his vardı içinde.

"Çıkmazsan da umurumda değil, velet. Sakın seni düşündüğümü falan sanma. İşim seninle değil o kaltak annenle, bunu o küçük aklına sok. Yoksa sen de akşam yemeğimin bir parçası olabilirsin. Kaltak annenin çürümüş ciğerlerindense senin taze ciğerlerini yeğlerim, dostum." Dedi tek nefeste, hızlıca. Sonra ne yaptığını fark edip sinirle dişlerini sıktı. Sadece içinde oluşan hisle bir anda çocuğa kızmaya başlamıştı ve zavallı çocuğun bu hislerden haberi bile yoktu.
"Hay sikeyim! Yine ne anlatıyorsun sen, ha?"

Hızlı nefeslerini düzene soktu ve sakinleşmek için birkaç saniye bekledi. Şu sinirini biraz törpülemesi ve karşısında küçük bir çocuk olduğunu unutmaması gerekiyordu. Ne demiştik? Kötü olabilirdi ama çocuklara zarar verecek kadar değil.

"Her neyse küçük dostum, dediklerimi unut, tamam mı? Ben şimdi içeri gidiyorum, aynı yerime oturuyorum ve seni bekliyorum. Umarım bu üç günlük süreçte konuşmayı öğrenebilmişsindir çünkü gerçekten sıkıldım."

Deri ceketinin yakalarını düzelterek odadan çıktı ve "İçerideyim, çabuk gel." Diye seslenerek koltuğa oturdu. Yine aynı boktan kanal ve aynı boktan reklam oynuyordu eski televizyonda. Göz devirdi adamın neşeli bir şekilde meyve sebze doğramasına. Dünya o kadar da güzel bir yer değildi, nasıl olur da bu kadar basit şeylere gülüp, mutlu olabilirdi ki?

"Sen hiç kasığına bıçak yedin mi, pervasız orospu çocuğu? Seni kazığa oturt-" Kendi kendine sövüp sayarken bir anda yanına oturan çocukla "Tanrım!" Diye irkilerek ayağa kalktı ve sinirle baktı. Ekrandaki adamın iğrenç gülüşüne dalmış ve sessiz sedasız gelip yanına oturduğunu ruhu bile duymamıştı.

"Dostum söylesene hangi delikten çıkıyorsun sen, ha?" Diye bağırdı ve kendisine bakmayıp, gözlerini televizyona dikmiş çocuğa doğru yürüdü hızla.
"İnsan bir ses verir amına koyayım, ben sana böyle mi yapıyorum ha!"

Çocuk, bacaklarını kendine doğru çekti ve başını dizlerine yan bir şekilde yatırıp, sessizce oturmaya devam etti. Tamam, konuşmaya niyeti yoktu ama Yoongi sıkılmaya başlamıştı artık. Tüm yaşananları bir oyun mu sanıyordu bu velet? Adamın belinde silahı vardı ve neler yapacağını açıkça söylüyordu ama bana mısın demiyor, çocuğun ağzını bıçak açmıyordu.

"Sürtük annen yok mu?" Dedi tekrar koltuğa, çocuğun yanına, kendini atarken.
"Hah! Benimki de soru işte. Her neyse, bu lanet reklamı izlemek zorunda mısın? Bence başka şeyler izleyebilirsin, psikolojimin bozulmasına çok az kaldı çünkü."

Çocuğun cevap vermeyişine sinirle güldü ve silahını belinden çekip aldı. İşaret parmağını tetiğe değdirmeden, tetik köprüsünde bir tur çevirdi can sıkıntısıyla. Her gün böyle mi geçecekti yani? Bu bok çukuruna gelecek, kadını bulamayacak ve dilsiz bir çocukla lanet sebze meyve doğrama bıçağı reklamı mı izleyecekti?

"Dostum onu bulduğum anda o boktan saçlarını kafatasından ayıracağım. Belki sana bir de kardeş veririm, ha ne dersin?" Dediğinde, çocuk ilk kez kendi isteğiyle bakışlarını Yoongi'ye çevirdi. Gözlerinde çözemediği bir ifade vardı. Korku dese değil, iğrenme dese değil, tanımlayamıyordu Yoongi. Sanki o gözlerin içinde yanan bir şeyler vardı ama adını koyamıyordu.

Boş bakıyormuş gibi görünen ama kendisini merakla düşünmeye iten bakışları izlerken daha da sinirlendiğini hissetmeye başlamıştı. Silahını sıkıca tutup çocuğun çenesini kavradı ve koltukta yükselerek üzerine doğru eğildi.

"Yeni bir kardeş ister misin?" Çocuğun sertçe yutkunuşunu gördüğünde, gülümsedi. Silahı çenesinden başlayıp boynuna kadar sürterek ilerlerken keyifli bir ifade oluşmuştu yüzünde çünkü ilk kez bir duygusunu açık etmişti karşısındaki çocuk. Korkusu sayesinde belki dile gelirdi ve böylece kadının nerede olduğunu öterdi. Korkunun, insana yaptıramayacağı şey yoktu ne de olsa.

"Korkma bebeğim, belki sürtük annene değil de bana benzer, güzel bir şey olabilir yani. Baba demek ister misin bana, ha?"

Çocuğun çenesi titremeye ve gözleri dolmaya başladığında, yüzündeki gülümseme anında silindi ve ne yaptığını anlayarak hızla geri çekildi. Silah tuttuğu elini alnına koyup sertçe ovaladı birkaç saniye.

"Lanet olsun! Bu karı beni çok sinirlendirdi. Beni anlıyorsun, değil mi? Önce malımı çaldı, şimdi de toz oldu, anlıyor musun?" Dedi çocuğa beklentiyle bakıp bir şeyler söylemesini isterken. "Hay sikeyim! Kime ne anlatıyorum ki..."

Bir süre gözleri kapalı bir şekilde öylece durdu ve derin nefesler alarak kendine gelmeye çalıştı. Çocuğu korkutmuştu, bile isteye korkutmuştu ve isteğinin bu olduğunu bilmesi de içinde ufak bir pişmanlık duygusu yaratmıştı.

"Bak dostum, annene küfrettiğim için üzgünüm, tamam mı? Gerçi beni anladığını sanmıyorum ama, her neyse. Kaç yaşındasın sen, 15 var mısın? O kaltak sana annelik yapmıyor, değil mi? Siktiğimin evi ölü fare kokuyor lan, burnumun direği sızlıyor amına koyayım! Bir tepki ver lanet olası velet, çok canımı sıkıyorsun." Diye bağırarak ayağa kalktığında, dolu gözleriyle bakışlarını televizyona çeviren çocuğa karşı içinde oluşan aptal pişmanlık duygusuyla yumruklarını sıktı ve silahını geri yerine koyup kapıya doğru ilerledi. Pişmanlık ya da merhamet gibi duygular hissedemezdi. Ona göre böyle insancıl hisler zayıflıktan başka bir şey değildi.

"Sikeyim! Ben gidiyorum, tamam mı? O kaltağı bulduğumda, ciğerini sökeceğim ve ikimize güzel bir akşam yemeği hazırlayacağım. Yemezsen darılırım ama haberin olsun." Deyip sahte bir gülümsemeyle çocuğun kendisine değmeyen ıslak gözlerine son kez baktı ve harabe olarak adlandırdığı iğrenç evden çıktı kapıyı sertçe çarparak.

Ruin Sopeजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें