XLV- "KORKULAR"

En başından başla
                                    

Dedi demesine ama asıl kafaya onun takacağını biliyordum. Bizimle ne kadar kalacağını nasıl bir süreç izleyeceğimizi bilmiyor, kafa da yormuyordum. Tek düşündüğüm şu anıydı. Yaşaması, kendi vücut ısısını kontrol edebileceği kadar büyümesi. Geriye kalan her ayrıntıyı zamanı gelince düşünürdük. Anı yaşamak. Tek yaptığım buydu evet.

Eline makyaj malzemelerimi alıp yüzümü süslediği gecenin üzerinden iki gün geçmişti. Fetih'le olduğum anların kaplumbağa hızında geçtiği iki gün. Beni izliyordu her an. Ne düşündüğünü bilmiyordum sadece gözlerimi kaçırıyordum. Telefonumda onun yaptığı makyajla birkaç fotoğrafım vardı. Müthiş bir işçilik yoktu belki ama işinden dolayı galiba net çizgilerin olduğu her ayrıntı profesyonel bir elden çıkmış gibiydi. O kadar zorlanmıştı ki o gece, bu fiili bir zorlanış değildi tamamıyla ruhsal bir durumdu. Çok kez bırakıp gidecek sanmıştım. Hava çok soğuk olmasa kapıyı pencereyi açacaktı. Nefes alışları çok sıkıntılıydı.

Öyle ya da böyle atlattığımız geceden sonra bu ilk gelişimizdi zaten veterinere. Bugün nöbetim vardı yarın gelebilir miydik bilmiyordum ama yarın gelemesek bile bir sonraki gelişimizde kesinle onu da yanımıza alacaktık.

Boşalmış biberonla eş zamanlı olarak tekniker kapıdan içeri girerken ben de yerimden yavaşça doğruldum. Beslenmesiyle alakalı on farklı soru soran Fetih maalesef ki boşaltım sistemine şahit olamadı. En azından şimdilik. Daha öğreneceği çok şey vardı, çook...

🕊🕊🕊

Gözümün takıldığı saat ibaresi 12.22'yi gösteriyordu.

Art arda gelmiş birden fazla malum sayı yüzümü ekşiterek telefon ekranını kapattırırken bana başımı kaldırdım yatağa oturmuş hastayla göz göze geldim. Bu ifademi kendi üstüne alır diye telaşa düşsem de bana bakıyordu ama beni görmüyordu. Sadece dalmıştı gözleri henüz kapatmadığı telefonundaydı tüm algısı.

"Eğer bana randevu vermezseniz yarın sabah erkenden kapının önünde bekleyeceğim bakanı." sesi varla yok arasındaydı. Öksürdü, burnunu sildi, sesini toparlamak için bir çabaya girdi ama hiçbir şey değişmedi. Elimdekilerle ona doğru yaklaştım telefonu kapatması için gösterdiğim sabrın birinci dakikasını doldurmak üzereydik.

"Başka bir yol gösterin o zaman!" diye ansızın yükselmeye kalkıştığında tek yaptığı kendi ağrısını arttırmak oldu çünkü sesi sadece tizleşti. Daha fazla duyan olmadı onu. "Sınıfın öğretmeni bile hasta! Çözüm yollarım tükendi tek başınayım, sınıf buz gibi! Her gün soba borusu tıkanıyor, elektrikli soba hiçbir işe yaramıyor, okul dökülüyor ve siz bana her gün ayn-" kaşları çatıldı hemen ardından iri iri açtı gözlerini. Hastalıktan bitkin düşmüş yüzü sinirle kabardı. Yaşının çok genç olduğunu anlayabiliyordum, bir de öğretmen olduğunu. Ayrıca eklemek gerekiyor ki şu an konuştuğu kişi karşısında olsa tek kaşık suda boğacaktı.

"O randevuyu bana vereceksin! Bu senin görevin!" işin rengi aniden değişti, sizden sene geçti yerinden doğrulduğunda üstüme yürüyormuş gibi bir adım geriye gittim. "Sen her gün benimle muhatap olmak da zorundas- alo! Duyuyor musun beni? Alo, duyuyor musunuz beni?!" telefon ekranına baktı öylece, onunla beraber ben de. Arama sonlanmıştı. Ağzından öfke dolu mırıltılar döküldü bir peçete daha aldı ama bu kez burnunu değil gözlerini sildi. Ellerinin titreyişiyle beraber kalktığı yere tekrar otururken "İyi misin?" diye sordum sessizliği fırsat bilip.

Başını iki yana salladı ardı ardına öksürdü. Çantasından çıkardığı küçük şişeden birkaç yudum aldığında ona yaklaştım. Ağzını açmasını beklerken elimdeki ışığı açtım.

"Okulda ısınma problemi var sanırım." diye basit bir yorum yaptım. Belki yapmamalıydım, çok gergindi çünkü. Ağlıyordu bir de.

"Okula dair tek şeyi içinde öğrencinin olması. Harabe."

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin