2. Bölüm

14 6 34
                                    

Rosé'den

Sana'nın evine geldiğimde ilk önce birkaç kez zili çalmıştım. Ama açan olmadı. Sonrasında ise dayanamayıp kapının şifresini girmiş ve kapıyı açmıştım. Evdeki tüm odalara bakmama ve tekrar açtığım telefonumla onu aramama rağmen hiçbir sonuç yoktu.

Şimdi, kanaldaki sahne arkası odasındaki gibi umutsuzlukla salonundaki koltuklardan birinde oturuyor ve ağlamamaya çalışıyordum. Hem korkmam hem de şirketin baskıları yüzünden sinirlenmem yüzünden döküldü ilk göz yaşım.

O kadar sinirli, üzgün ve endişeliydim ki anlatamam. İçimdeki sıkıntı bana birşeyler yapmam için baskı yaparken yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. Tek seçeneğim şirketine ve menajerine ona ulaşamadığımı söylemek ve bir bilgileri olup olmadığını sormaktı.

Sessize aldığım telefonum karşımdaki sehpanın üzerinde sürekli titriyor ve parlıyordu. Hepsi menajerinden gelen aramalardı. Onu da zor duruma düşürmek istemediğim için neredeyse ellinci arayışında telefonu açıyordum.

"Rosé-shi, neredesin!?" Sesini yükselterek konuşmuştu.

Sesimin titreyecegini bile bile konuşmaya başladım. "S-sana... Sana'nın evindeyim. O-o burada değil ona hiçbir ş-sekilde ulaşamıyorum-" hıçkırıklarım konuşmamı böldüğünde kısa bir an sadece ağlayış seslerim duyuluyordu.

"Rosé orada kal ben seni almaya geleceğim." Menajerimin sesi her zamankinden endişeli çıkıyordu. Sana'ya ne kadar önem verdiğimi tabii ki biliyordu.

"T-tamam." Dedim ve telefonu kapattım. Ellerimle yüzümdeki göz yaşlarını sildim ama yerini hemen yenileri dolduruyordu.

Sana'dan

Gözlerimi beyaz bir tavana açtım. Arabaya kandığıma inanamıyorum! Sadece bir arabayı sürebilme şansım oldu diye neden böyle davrandım ki! En olsa beş yıl daha dilediğim gibi bir arabanın koltuğuna oturup gazı kökleyemeyecektim. Kimi kandırıyorum bu mükemmel bir fırsattı.

Derin bir nefes aldım ve bakıştığım tavandan gözlerim ayırarak duvar yöneldim. Yine beyaz olan duvarlarda birkaç çiçek tablosu vardı. Biri sarı bir güldü, sarı gül ayrılık anlamına gelirdi bu yüzden bu biraz ironikti. Çünkü beni kaçıran cidden o dans gurubuysa guruptakilerin amacı beni hayranlarımdan ve arkadaşlarımdan ayırmaktı.

Odada beyaz bir gardrop, bir tekli koltuk ve bir makyaj masasından başka bir şey yoktu. Yerimde doğruldum ve o sırada gözüme takılan kıyafetlefime baktım. Üzerimde benim kıyafetlerin yoktu. Beyaz saten pijamalar giydirilmişti. Birinin üzerimi değiştirdiği gerçeği pek hoşuma gitmemişti ama sahne kıyafetimle uyumadığım için de mutluydum.

Yavaşça ayağa kalktım ve odanın kapısına doğru yürüdüm. Bu oda fazla beyazdı ve bu artık göz yormaya başlamıştı.

Odadan çıktığımda beni bir koridor karşıladı. Duvarlarda yine çiçek tabloları vardı ve hepsi birbirinden farklıydı. Gözlerim pembe güllere takıldı. Pembe güllerin anlamı masumiyet ve nezaketti yanlış hatırlamıyorsam ve bu güller bana her zaman Sulli'yi hatırlatıyordu. O da masum ve nazik bir kadındı.

Derin bir iç çektim. Ölmesi beni çok etkilemişti ve şimdi belki de benim başıma gelecek olan şey de buydu.

Yavaş adımlarla pembe güllere kaplı olan tablodan uzaklaştım ve tabloları inceleyerek koridorda ilerledim. Tabloların hepsini bir kişinin çizdiği gayet açıktı. Hepsinde farklı renk ve türde çiçekler vardı.

Koridorun sonuna geldiğimde bir tuvalin eksik olduğunu fark ettim. Boş bir çivi vardı. O boş çiviye öylece baktım.

"Sanırım sana ayrılan çivi ilgini çekti." Kapıyı açıp konuşan sese döndüm. Bu kişi Momo'ydu.

Perfect WorldHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin