누군가 알아챌까

90 15 4
                                    

Will someone notice?

Karanlıktaki yürüyüşümün on sekizinci yılında bir engel çıktı ayaklarımın önüne sonsuzluğun içinden. Bu engeli görememiş, ona çarpan ayaklarım sonucu düşmüştüm yere. Elimin altındaki toprak sertti, on sekiz yıldır birisi üstünde volta atıyormuş gibi taşlaşmıştı artık. İşte bu, içimde bir umut kırıntısı oluşturdu. Bu toprağı topukları altında nasır tutmuş avuç gibi sertleştiren benim topuklarım olamazdı, çemberin bu kıvrımına ilk gelişimdi benim. Daire çiziyordum karanlıkta, bu doğru. Ancak henüz tamamlayamamıştım turumu. Benden önce birisi geçmiş demek ki buralardan dostlarım! Demek ki yalnız değilim, fark etmeden peşine düştüğüm biri var. Arafta birlikte dönüp duruyoruz bu kıvrımlı yolda.

Belki de karanlıkta önümü göremezken ve körlemesine ilerlerken ayaklarımın takıldığı bu engel de onun ardında kalmış bir nesneydi. Belki de o bırakmıştı bu nesneyi benim yolumun ortasına.

Ellerimle yoklayarak buldum beni yolumdan eden engeli, tahta bir kutuydu bu. Derinliği fazlaydı, dizlerime kadar geliyordu. Bir de kilidi vardı. Ellerimle yokladım yeri anahtar bulabilme umuduyla. Aradığımı, cebimde hissettiğim ağırlıkta buldum.

Karanlık yüzünden size nerede olduğumu söylemedim asla, kutuyu açınca içinde bulunduğum karanlık ilk defa aydınlandı. Kutunun içinden çıkan ışık karanlığı aydınlattı. Karanlıktan göremediğimi de şimdi beyaz ışıktan göremiyordum. Gözlerimin seçebildiği tek şey, kutunun dibinde hareket eden anıydı. Size şimdi anlatacağım anıyı işte böyle buldum.

Göl kenarındaydım, korunun içindeki bu göl, çevresindeki yeşil ağaçların yansımasıyla yeşil renkliydi; gökyüzü maviydi, bulutsuzdu; üstüne uzandığım iskele kahverengiydi. Minho bana doğru yürüyordu.

"Minju çıkma teklifimi kabul etti."

Gölün kıyısındaki iskelede ayaklarım suya sarkıtmış uzanıyordum. Minho ile sözleşmiştik burada buluşmak için, arkamda aniden beliren sesi beni korkutmadı bu yüzden ama duyduğum cümle ayaklarımı suyun içinde yavaşça hareket ettirmemi kesti, şaşkınlıkla kafamı yerden kaldırıp ona bakmama sebep oldu.

"Buraya gelirken karşılaştık ve ben de birlikte bir şeyler yapmak ister mi diye sordum."

"Çıkma teklifi mi? Randevu desene sen şuna."

"Salak mısın oğlum, kızla hiç randevuya çıkmadan nasıl sevgili olalım mı diye sorayım?"

Yüzümü somurtmadan edemedim. Dört yıldır Chan ile uğraştığım yetmiyormuş gibi bir de Minju çıkmıştı başımıza Minho'yu benden çalacak. Ancak Minho benim somurtmamı çok yanlış anlamıştı.

"Tek sen sap kalıyorsun diye üzülme, sana da ayarlarız birini. Minju'nun vardır boşta arkadaşı. Cumartesi buluştuğumuzda sorarım senin için."

"Cumartesi mi?"

Cumartesi, sıradan bir gün değil. Sakince sormamdan anlaşılmıştır. Festivalin başladığı gündü ve biz her yıl festivalin ilk günü birlikte giderdik oraya. Her ne kadar sonraki yıllar Chan'da dahil olsa da festival ziyaretimize, Minho ve bendik hep. Ancak bu sefer Minho ve ben olmayacaktı, Minho ve ben ve Chan olmayacaktı, Minho ve Minju olacaktı bu sefer.

Artık anlaşılmıştır kim olduğu ama yine de Minju'yu tanıtayım size. Belki bazılarınız soruyordur hâlâ 'Minju kim?' Minju, sınıftan bir kız işte. Dinlediğiniz benim hikayem olsa, verebileceğim en açıklayıcı ve detaylı cevap bu olurdu. Ne yazık ki, Minho'nun hikayesini dinliyoruz ve ne yazık ki Minho için Minju'yu sadece 'sınıftan bir kız işte' diye tanıtmak pek mümkün değil. Minho'nun nazarında kızın sahip olduğu başka tanımlamalar var çünkü.

Minju nam-ı diğer okulun prensesi, Minho'nun aylardır hoşlandığı kız. Minju okulun prensesi olduğu gibi bir de prensi vardı okulumuzun: Minho. Biribiri için yaratılmış mükemmel çiftti onlar pek çokları için. Minho pek çok defa çıkma teklifi etmişti Minju'ya ve Minju onu hep derslerini bahane ederek reddetmişti. Artık yaz tatilinde olduğumuza göre hiç sebebi kalmamışt Minju'nun reddetmek için Minho'yu. Ve sonunda oluyordu, Minho, Minju ile sevgili olacak ve sonrasında da beni unutacaktı. Vaktini ona harcayacak ve hiç bana ayıracağı zamanı kalmayacaktı. Hele Chan da Minju'nun arkadaşlarından biriyle çıkmaya başlarsa dörtlü randevuya çıkacaklardı ve ben hiç varolmamışım, hayatlarına hiç girmemişim gibi sadece izleyecektim onları. İşte somurtmam tam olarak bu yüzden. 

Minho'nun benimle geçireceği son günleri, kırgınlığımı bir kenara bırakıp dolu dolu geçirmem gerekirdi ama o kadar büyüktü ki kalbimdeki çatlak sadece bulutları izledim yattığım yerden. Chan yanımıza geldiğinde de benim sirke satan suratıma daha fazla katlanma zahmeti göstermedi Minho, Chan ile konuşmaya devam etti ben orada değilmişim gibi. Oysa küçükken biz, kimse umrunda olmazdı Minho'nun eğer yanında ben varsam ve hiç konuşmasam da ben, aynı şimdi olduğu gibi, benimle birlikte sessizce otururdu şimdi olduğunun aksine. Oysa şimdi o kadar farklıydı ki her şey... Rüzgar değiştiriyordu Minho'nun biçimini ve yön veriyordu ona benden uzaklara doğru. Onu benden alıp götürüyordu zaman ve diğer tüm insanlar. Bense, sadece orada iskeleye uzanmış gökyüzünü izliyordum ve benden uzaklaşan Minho'ya lanetler ediyor, kaderimizi böyle yazdığı için Tanrı'yla kavga ediyordum. Çabalamam gerekirdi. Minju'nun arkadaşlarından biriyle konuşmaya başlamalı, her buluşmalarına ben de gitmeliydim. Öyle olsaydı Minho bugün hala yanımda ve hayatta olurdu. Ama ben sadece uzandım o iskelede ve hareket etmeye devam etti hayat beni beklemeden. Şimdi ben kayıbım, Minho'da ölü ve Chan büyük ihtimalle vicdan azabıyla odasına kapanmış ağlıyor.

secret secret 🦋 | jeongho ✓Kde žijí příběhy. Začni objevovat