Kendi halime acıdım bir an iki delinin arasında kalmış gizli bir deliydim anlayacağınız. Birimiz diğerinden deliydi, diğeri de ötekinden deli. Hepimiz öyle geçinip gidiyorduk. Kâh sıkılarak, kâh eğlenerek. Şu an bir hayli sıkılıyordum orası ayrı, yani kâh sıkılarak yerindeydim. Ne Alkan gibi jelibonum, ne de Altay gibi deliliğimi taş kağıt makasla tescillendiresim yoktu. Bu yüzden elimi kaldırıp klavyeye doğru götürdüm ve aşinası olduğum o ismi yazdım. Her harfe basışımda kalbim kanatlanıyordu sanki. Yavru kuş yuvadan uçmasını da öğrenir miydi? Yüzümü ekşittim o kanatlanma dört cipsi karıştırıp yediğim içinde olabilirdi ama neyse. Hüsnütalil diyerek konuyu kapatabilirdim.

Aratmam sonucunda gözlerimin önüne dökülen hesaplarda gezindim. Karşıma çıkan onlarca hesaptan ilk başta çıkana tıklayıp geri çekildin. Hiç araştırmamışım gibi bir de en başta çıkması yok mu! Daha basar basmaz bizim jeliboncunun nefes verişini ve oflayışını duydum.

"Eh be oğlum be! Yeter ulan. Kızın hesabı dile gelse bir siktir git der artık!" Diye çemkirdi.

"Kessene!" diyerek onu umursamadım ve profilini yaklaştırdım. Fazla girmiyordum: Birinci girişim sabah gözlerimi ilk açtığımda, ikincisi öğlen d vitamini almak için, üçüncüsü ise gece yatarken, o da eğer ölürsem falan göreceğim son yüz onun yüzü olsun diye bakıyordum. Yoksa ölesim tutarsa göreceğim son yüz Alkan'ın yüzü olurdu, tavana bir poster yapıştırmıştı, vücudu oldukça kaslı bir erkek ve yüzünün yerine kendi yüzünü yapıştırmıştı. Eğer kötü bir gün geçirir ve yatağa gidip ağlama tercihi yaparsak o poster tüm hüznümüzü dağıtabilirdi, Alkan öyle düşünüyordu. Henüz kimse test etmemişti.

Açılan ekranda, fotoğrafları yüklendikçe ben geriye gidiyordum, sanki cidden karşımdaymış ve yaklaşıyormuş gibi heyecanlanmıştım. Nefesimi tuttum , bana bakan yargılayıcı gözlerin eşliğinde kendime geldim. Bunların yanında insan ağız tadıyla bir aşk bile yaşayamıyordu. Kendime geldim derken karşımda yemyeşil gözleri belirdi ve ben kendimi yeniden kaybettim. Uzun siyah saçlarını salmış, açık kalan sırtını örtmüştü, fotoğraf üzerindeki mayodan belliydi plajda çekilmişti. Üzerine siyah beyaz, ince bir hırka geçirmiş, yine siyah fötr şapkasıyla yan durup kameraya gülümsemişti. On gün önce paylaşılmıştı ama ben on günde binlerce kez görmüştüm.

Gülen yüzüne bakmaya devam ettim, ben de istemsizce gülümsüyordum ve kalbim sanki sırtımda atıyordu hissedebiliyordum. Durup bir saniyeliğine düşündüm, anlaşılan gece hüznü bu seferde beni es geçmeyecekti. Ben bir fotoğrafına saatlerce bakıp, yanından geçmek için türlü bahaneler uydururken, başkaları onun gülüşünü çok yakından bahanesiz görebiliyordu. Hatta belki de onlar için bile gülüyor olabilirdi, fotoğrafı çeken kişi ne kadar şanslı olduğunu bilmiyordu. Ben böyle bin hasret yaşarken onlar önündekinin kıymetini asla anlamayacaklardı. Zaten kıymeti en çok uzaktakiler bilmez miydi? Ama ben yakınında olsam bile onun kıymetini her daim bilirdim. Gülüşünün ışıltısını görebilmek için ışıkları kapatmaya gerek var mıydı? Yoktu, ben onun gülüşünün ışıltısını gözlerim kapalı da görebilirdim. O benim ezberimdeydi, her zerresiyle zihnimde taşıyordum onu.

"Şii aloo!"

"Abicim kendine gelir misin ya? İyice Mecnun'a bağladın be göt!"

"Ne?"

Sarsılarak sonunda gerçekliğe acıda olsa döndüğümde gözlerim ayakta olan Alkan'a kaydı. Kısa bir yolculuk yapıp gelmiştim Duru'ya doğru ama ben ulaşılamazken bir şeyler olmuştu. Alkan sırıtıyordu, niye ayaktaydı bilmiyordum. Ne ara kalkmıştı bilmiyordum ve daha önemli olan bir soru niye gülüyordu. Bu sırıtış "ben bir halt yedim, farket kaçacağım" sırıtışıydı bunu biliyor korktuğum için bilmemezlikten geliyordum ama kendimi de kandıramazdım. Beş kilometre öteden görsem yine tanırdım. Her zaman bunu yaptığı için tanıyordum artık. Çünkü yaklaşık yedi seneden beri arkadaştık, yedi senede millet evlenip çocuk bile yapıyordu. Ben de bir zahmet arkadaşımı tanıyayımdı. "Ne yaptın lan yine?" Diye sordum iğneleyerek, sessiz kaldığında Altay iki kelime ile yanıtladı.

Aşkta Her Yol MübahtırWhere stories live. Discover now