GİRİŞ

681 14 12
                                    

Merhaba ANAFOR benim yıllardır emek verdiğim, göz bebeğim olan kurgum. Sonunda, bir cesaret, sizlerle paylaşmaya karar verdim. Umarım Miray'ın dünyasını seversiniz, beraber keşfetmemizi istediğim çok evren var :)

Keyifli okumalar dilerim


***

Karşımda duran beyaz tahtaya bakarken bir elimde kalem döndürüyor, diğer elimin parmaklarını sırayla masaya vuruyordum. Bu hareketler, Göktuğ'un alışkanlıklarıydı ve onunla geçirdiğim süre boyunca bana geçmişti.

Süre, zaman... Tehlikeli kelimelerdi. Burada geçirdiğim süreyi düşünmekten her zaman kaçınırdım çünkü ne zaman düşünsem kalbime sancılar girerdi. Canımı bu kadar yakan şey, asla sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiren başarısızlığımdı. İçinde bulunduğum durumu analiz etme konusundaki başarısızlığım, hatırlamam gereken şeyleri unutma konusundaki başarısızlığım, gittiğim neredeyse tüm evrenlerden eli boş dönme konusundaki başarısızlığım, babamı bulma konusundaki başarısızlığım... Sayfalar sürecek bir liste hazırlayabilirdim.

Elimdeki kalemi bırakırken ofladım ve birkaç adım geri giderek arkamda kalan koltuğa yaslandım. Şimdi yemek masasını ve portatif beyaz tahtamızı daha geniş açıdan görüyordum. Tahtanın üzerine şu ana kadar gittiğim evrenlere ait fotoğraflar, rengarenk magnetlerle tutturulmuştu ve hepsinin altında o evrenden amacımıza yönelik elde ettiğimiz kısa bilgiler vardı. Tahtaya bakmayı sevmiyordum çünkü hiçbir ilerleme kaydedemediğimi yüzüme vurmaktan başka işe yaramıyordu.

Masa ise tam tersiydi, umut aşılıyordu. Diğer evrenlere geçit olarak kullandığım fotoğraflar düzenli bir şekilde üstüne dizilmişti ve bazılarının kenarlarında, bazılarının da arkasında evrenlerin sembolleri vardı. Gitmediğim her evren benim için yeni bir başlangıçtı. Babamı bulmaya yaklaşamadığımın farkındaydım ama kendime hep, doğru evrene daha gitmediğimi hatırlatıyordum. Bu fotoğraflardan biri beni illa babamı bulmamı sağlayacak bilgilere ulaşabileceğim bir evrene çıkaracaktı.

Ait olduğum evrende babam ortadan kaybolduğunda bakabileceğim her yere bakmıştım. Polisler de aylarca uğramıştı ama ona dair tek bir iz bile bulunamamıştı. Sonra bir gün, elime gelen mektup, babamın kendi evreninde olmadığını fark etmemi sağladı. Mektubu kimin gönderdiğini bilmek babamı bulmak için iyi bir başlangıç olabilirdi ama isimsiz gönderilmişti ve üstünden parmak izi çıkmamıştı. Elimde kalan tek seçenek babamı kendi yöntemlerimle aramamdı. Babam da benim gibi yolcuydu, yani geçit olan fotoğraflar sayesinde yolculuk yapabiliyordu ve eğer onu ait olduğu evrende bulamıyorsam, en mantıklı açıklama başka bir evrene kaçmış olmasıydı.

Babam hayatımdan çıktığından beri birçok gerçeği kabullenmiştim ama bu gerçeklerden en ağırı, babamın bir şeyi saklamak için kaçmış olmasıydı. O şeyin ne olduğunu bilmiyordum ama babamın gözünde benden de annemden de daha değerli olduğunu biliyordum. Üstelik o şey her ne ise, onu bulduğum anda babamı da bulacaktım. En azından öyle olmasını umuyordum.

Bu evrene, yani Sigma'ya, babamın peşine düştüğümde gelmiştim. Beni buraya getiren evrene -ait olduğum evrene- dair anılarım yok olmuş, geriye sadece unutmamak için her gün tekrar ettiğim birkaç cümle kalmıştı. Amacım babamı bulmaktı ve Sigma'ya kendimi kurtarmak için gelmiştim. Neden kaçtığımı, nasıl kaçtığımı hatırlamıyordum, ne zaman geçmişi düşünmek için kendimi zorlasam içimi yoğun bir huzursuzluk kaplıyordu.

Kurallara uyularak yapılan normal yolculuklarda hafıza kayıpları yaşanmazdı ancak ani evren değişimlerinin sonuçları olurdu ki, benim yaptığım yolculuk da bu kategoriye giriyordu. Bu tür yolculuklarda ait olduğunuz evrendeki anılarınız, ruhunuzla birlikte yeni evrene geçmiyordu. Bu yüzden Sigma'da neredeyse bomboş bir zihinle bir uyanmıştım. Kendime dair adım dışında neredeyse hiçbir şeyi hatırlamasam da birkaç kişi aklıma da kalbime de silinmeyecek şekilde kazınmıştı: Annem, babam, Eylül, Gökalp ve Göktuğ.

ANAFORWhere stories live. Discover now