"Cesur," sesim kısılmış ve acayip pürüzlülük vardı. Ses tonum bana ait değilmiş gibiydi. "Bir şey mi oldu?" dedim telaşla.

Ailesinin yanına gitmiş olması gerekiyordu. Gecenin bir yarısı onu kapıda görmek beni ister istemez korkutmuştu.

"Maral kapıyı açar mısın?" soluk soluğa konuşmasıyla sebebini sormadan otomatiğe bastım. Alnımı çelik kapıya yaslayarak kata çıkmasını beklerken ağzımdaki iğrenç tatla başa çıkmaya çalışıyordum.

Cesur beni eve bırakıp gittikten sonra bir şeyler atıştırmış ve ilaçlarımı alarak yatağa girmiştim. İyi ki onu dinleyip eve gelmiştim çünkü bedenimin her zerresi dayak yemişim gibi ağrıyordu. Nasıl bu kadar kötü üşütebilmiştim ben?

Uyumadan önce annemi iyi olduğuma ikna etmekle uğraşmıştım. Ama iyi falan değildim. Her zor durumda birilerinden yardım almak istemiyordum. Çünkü bu yaşıma kadar her anımda ailem vardı.

Onlara olan güvenim yüzünden tek başıma bir şeyler yaparken hep tedirgin olurdum. Sanki anne, babam olmadan tek başıma hareket edemezmişim gibi. Final sınavlarım ve çalışmamın beni zorladığının farkındaydım ama bu kadar kötü hasta olacağımı düşünmemiştim. Her zaman hastalığı bu kadar ağır geçirmezdim. Hatta çoğu zaman ayakta atlatırdım.

Dairenin zili çaldığında bir adım geriye çekilerek kapıyı açtığımda Cesur hızlıca içeriye girdi. "Kızım kaç saattir arıyorum, niye telefonunu açmıyorsun?"

Endişeli yeşilleri bedenimi hızla taradığında ben söylemeden kendisi cevabı almıştı. Kapıyı kapatarak büyük elini alnıma koydu. Dışarıdan geldiğinden avuç içi buz gibiydi ancak bu soğukluk hissi yanan tenime iyi gelmişti.

Siyah kaşları kavislenirken sert sesiyle konuştu. "Siktir, yanıyorsun yavrum sen!"

Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "İlaçların etkisi geçiyor galiba,"

Gövdesini saran siyah şişme montunu bir çırpıda çıkarıp askıya astı. Ayakta durmakta zorlanan bedenim öne doğru sendeleyince hızlıca kollarını bedenime dolayarak beni kolayca kucağına aldı. "Şuna bak ayakta duramıyorsun. Bu hâlinle nasıl çalıştın sen?"

Aylardır unuttuğum o his yeniden kalbimi kuşatmıştı. Onun kolları arasında olmaya o kadar alışmıştım ki, şimdi yeniden onunla bu kadar yakın olmak çok başka hissettirmişti. Hasret kaldığım bir duyguya kavuşmuşum gibi yoğun ve özlem doluydum.

Suratım kazağının yumuşak kumaşına sürtünürken keskin çene kemiğinin alnımdaki baskısını hissettim. Yeni yeşermeye başlamış olan sakalları tenimi hafifçe çizdi.

Endişeli oluşunun verdiği duygu yoğunluğundan olsa gerek nefesleri düzensizdi. "Hastaneye gidelim mi?" diye sorduğunda başımı olumsuzca salladım. "Sabah ağrı kesici iğne yaptılar,"

Acilde ya serum takacaklardı ya da ağrı kesici iğne yapacaklardı. Zaten bugün bir tane iğne yemiştim.

"Odan nerede?" parmağımla sol duvar üzerindeki ikinci kapıyı işaret ettiğimde büyük adımları oraya yöneldi.

Karanlık odaya girdiğimizde duvardaki ışık düğmesini bulup içerinin aydınlanmasını sağladı.

Bedenimi yavaşça yatağa bıraktığında halsizce başımı yastığa koydum. "Ateş ölçer var mı?"

Baş ucumdaki çekmeceyi işaret ettim. "Şurada olması lâzım," çekmeceyi açarak ateş ölçeri kutusundan çıkardı.

Bakışları bedenimi inceliyorken boynumda oyalandı. "Üzerindekiler çok kalın, terlemişsin. Şu kazağı çıkaralım mı?"

MARAL VE CESUR | Yarı TextingWhere stories live. Discover now