Elini yavaşça uzatıp parıl parıl parlayan kolyeyi işaret etti.

"Bu seni koruyacak. S-sen önemli bir soydan g-geliyorsun."

Tam bir şey daha diyecekti ki havada olan eli bir anda yere düştü ve soluksuz kalmaya başladı. Nefes almak için kendisini zorluyordu.

Gözlerim şaşkınlıkla büyüdüğünde koşarak doktor çağırıp ona bakmalarını istedim.

Bir içeriye koşarak giren doktorlara bir de kapının ardındaki bana gözlerini dikmiş bakan adama bakıyordum. Artık garip bir şey olduğunu sezmiyordum. Garip bir şey olduğuna emindim.

On bin küsür yıl derken ne demek istemişti mesela? Neden önemli bir soydan geldiğimi söylemişti veya bunu nereden biliyordu?

Derin bir nefes alıp adımlarımı hastanenin dışına yönelttim.

Aşık olduğum kişiye söz verdiğim için kendimi besinsiz bırakıyorum demişti. Besinden kastı neydi peki? Kolyeyi ona verdiğimde tutamamış ve atmıştı. Kolye o sırada parıl parıl parlıyordu.

Kolyeyi alıp tekrar baktığımda parıldaması durmuş normal bir taşa dönüşmüştü. Bu yaşanan her şeyin bilimsel bir kanıtı olmalıydı. Neler olduğunu anlayamıyordum.

Her şey ucu birbirine bağlanan ama çözülmesi imkansız olan bir yapboz gibiydi. Ben daha o yapbozun parçalarını bulamadım ki birleştireyim..

Hastanenin otoparkına gidip arabanın kilidini açtım ve sürücü koltuğuna oturdum.

Arabayı kasabaya değil de kendi evime doğru sürmeye başladım. Bu kolyeyi boynumda taşımam artık ne kadar doğru bilmiyordum. Bana bu kolyenin beni koruduğunu söylemişti. Neyden koruduğunu öğrenene kadar ve geçmişini öğrenene kadar onu saklı tutacaktım.

Göz önünde bulunması tehlikeli miydi yoksa değil miydi? Bunca zamandır boynumda taşıyordum ama neden kolyenin kokusu son zamanlarda çıkmaya başlamıştı? Ne olur ne olmaz onu şimdilik saklı tutmak en iyisiydi.

Evime geldiğimde arabayı hızlıca park edip torpidoya bıraktığım evin anahtarlarını aldım ve arabadan indim.

Hızlıca içeriye girip kapıyı ardımdan kapattım. Tanrım.. bu evi çok özlüyorum.

Merdivenleri üçer beşer çıkıp odama ulaştım. Avuç içini dolduracak büyüklükte sandığa benzer kilidi olan bir kutum vardı. Kitaplığımda olmalıydı.

Kitaplığın önüne gidip her bir rafa göz atmaya başladım. Sonunda kutuyu bulduğumda kenarındaki çıkıntıya asılı olan anahtarı alıp kapağını açtım.

Elimdeki kolyeye son bir bakış atıp kutuya yerleştirdim ve kapağını kapatıp güzelce kilitledim.

Kutu metal bir kutuydu anahtarı olmadan açılması çok zordu. Anahtarı yanıma alıp kutuyu dolabıma koydum ve dolabı da kilitleyip ilk önce odadan sonra evden çıktım.

Bakalım daha neler öğrenecektim.

***

Karanlığın çöktüğü kasabada taşları tekmeleyerek yürüyordum. Sonsuz bir bilinmezliğin içine esir olmuştum. Beni buraya esir eden bir şeyler vardı. Çıkmaya çalışıyordum. Çıkıp bir şeyleri öğrenmeye çalışıyordum.

Ucu beni ilgilendiren bir şeyler varmış gibi hissediyordum. Düşündükçe daha çok hapsoluyordum bu bilinmezlik karanlığına. Çıkmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu.

"Hey! Selam."

Sesin geldiği yöne baktığımda mor saçlı çocuğun üzerinde gezindi gözlerim.

Blood ties of spirits | HyunlixWhere stories live. Discover now