4. Percy

167 13 5
                                    

  Rachel’ın dün akşamki kehaneti hakkında konuşmaya fırsat bulamamıştım. Herkes günlük işlerine devam odaklanmıştı. Sanki o olay hiç yaşanmamıştı. İşlerimin çoğu bitmişti. Dinlenmek için büyük evin verandasında oturuyordum. Thalia’nın ağacı her zamanki ihtişamıyla yükseliyordu. Altında da altın post vardı ve biraz ötesinde bir karaltı. Dur bir dakika! Altın postun çevresindeki karaltı mı? Daha net görebilmek için gözlerimi kıstım. Yere uzanmış biri var gibiydi. Merakıma yenik düştüm ve altın posta doğru yürüdüm.

Aman Tanrım! Yerde benim yaşlarımda gözüken bir kız vardı. Kendinden geçmiş gibi gözüküyordu. Hemen Kheiron’u bulmaya gittim. Kılıç talimlerinin yapıldığı yerdeydi. Tüm gücümle koşuyordum.

“Kheiron, Kheiron!” telaşla bağırmam üzerine Kheiron kafasını bana doğru çevirdi.

“Ne oldu Percy?” dedi benimkinin tam tersi bir ses tonuyla.

“Thalia’nın ağacının orada, orada - parmağımla işaret ediyordum – yaralanmış bir kız var.” Nefes nefese kalmıştım.

“Ne! Neyse anladım. Sakin ol tamam mı? Bana göster nerede olduğunu.” Sırtına binmeme izin verdi sentor arkadaşım. Dörtnala Thalia’nın ağacına gittik. Biranda tüm kamp ayağa kalkmıştı. Biz yaralanmış kızın yanına gittiğimizde Annabeth, Leo, Piper, Jason bize yetişmişlerdi. Kheiron kızın yanına eğildi.

“İç kanama geçiriyor. Vücudu çok hırpalanmış. Hemen onu büyük eve götürün.” Diye yanımızdaki birkaç meleze talimat verdi. Etrafı inceledim. Yaklaşık 10 metre ileride bir kız daha vardı. Daha yeni fark etmiştim.

“Bakın orada biri daha var.” Kızı işaret ettim. Kampın meraklı melezleriyle birlikte Kheiron, Annabeth, Leo, Piper ve Jason da geldi. Hepsinin kafası karışmış gibiydi. Tam o sırada Kalipso Leo’nun yanında belirdi. Leo’nun öldüğünü zannettiğimiz zaman geldi aklıma. Daha sonra Kalipsoyla birlikte kampa gelişi hepimizi şok etmişti. Anlaşılan Tanrılar Kalipso’nun melez kampında olmasına aldırmıyor gibiydiler. Kalipso bir melez değildi ama kampta durması şuan için sorun teşkil etmemişti. Sonuçta tamamen sıradan biri de değildi o Atlas’ın kızıydı. Bu da Leo’nun işine geliyor gibiyid. Kalipso kızın yanına çömeldi:

“Zavallı iç kanama geçiriyor.”

Ne? İkisi de mi iç kanama geçiriyordu? Piper ve Jason kızı büyük eve taşımaya başladılar. Üçüncü kızı Annabeth fark etti.  O da diğer tepecikte 15 metre ileride yere serilmişti.

“Bu kızın durumu diğerlerinden daha iyi. Ama yine de bakıma ihtiyacı var.” Dedi yanına gidip de kızı kontrol eden Kheiron. Son kızı da Annabeth ve ben büyük eve taşıdık. Annabethle göz göze geldik. Acaba o da benim gibi kehaneti düşünüyor muydu? Yaralılar büyük evin koltuklarına taşındı. Tedavi etmek için kampımızın hemşireleri geldi. Hepsine tam ölçüsünde nektar verildi. İyileşeceklerini tahmin ediyorduk. Sonuçta ancak melezlerin geçebileceği kamp sınırını geçmişlerdi ve iyileşmeleri için verilen nektar iç organlarını yakamazdı. Eğer yakarsa melez olmadıkları anlaşılırdı ki bu da kamp sınırlarını geçebilenler için yok denecek kadar düşük bir olasılıktı.

“Kheiron sence bu kızların kehanetle bir ilgisi var mı?” diyen Annabeth benim düşüncelerimi dillendirdi.

“Bilmiyorum.” Kheiron düşünceliydi. Sol tarafımda bir hareketlenme hissettim.

“Bakın, biri uyandı.” Hepimiz uyanan kızın etrafında toplandık.

“Ben neredeyim? Arkadaşlarım nerede? Sizler kimsiniz?” çok şaşkındı ve sorularının ardı arkası kesilmiyordu.

Şuana dek suratını incelememiştim. Sarışındı, buz gibi mavi gözleri vardı. Güzel kızdı fakat benim için Annabeth her kızdan daha güzeldi.

“Burası melez kampı. Sen de bir melezsin. Seni ve 2 arkadaşını daha buraya yakın bir yerde yaralı bir halde bulduk. En iyi durumda olan sendin. Daha arkadaşların kendine gelmedi.” Diye cevapladı Kheiron.

“Ben neler olduğunu bilmiyorum. Kafam çok karıştı şimdi. En son 4 metre boylarında öküzümsü insanımsı bir şeyle karşılaşmıştık. Annemin bana buraya gelmem gerektiğini söyleyişi… Ahh! Başım..”

“Sakin ol! Bunların hepsini sonra konuşuruz şimdi dinlenmelisin. İlk önce adını bana söyleyebilir misin?”Kheiron kızın üzerinde sıcak bir izlenim bırakmaya devam ediyordu.

“Aurora Valentine.”

“Tanıştığıma memnun oldum Aurora. Ben de Kheiron ve bunlar da – bunu bizi göstererek söylüyordu- senin gibi diğer melezler.” Yatmasına yardım etti. Annabeth ve ben odadan ayrıldık.

“Haydi, sizde işlerinizin başına.” Diyerek ani misafirlerimiz hakkında konuşmamıza izin vermedi Kheiron. Annabethle birlikte kılıç talim yerine gittik. İkimizde konuşmuyorduk. Sessizliği ilk bozan ben oldum.

“Sence niye iç kanama geçiriyorlardı?”

“Bilmem.” Omuzlarını silkti.

“Peki ya kızın bahsettiği canavar minator muydu?”

“Galiba. Fakat biraz farklı bir minator olabilir.”

“Annabeth ne biliyorsun? Söylesene “ dedim hafifçe. Pes etmişçesine:

“Percy duyduğuma göre Uranüs’ün; çelikten de güçlü zırhı olan, insanlara diğer minatorların yaptıklarından daha belirgin tuhaflıklarla zarar veren –örneğin iç kanamalar gibi- bir minatoru varmış.”

“Nasıl yani? Bu minatoru Uranüs’ün gönderdiğini mi düşünüyorsun? O çoktan yok olmamış mıydi?”

“Sen ne biliyorsan ben de o kadar biliyorum. Kheiron çok bilge biri ben bunu düşündüysem Kheiron çoktan düşünmüştür.” Hışımla bunu söyledikten sonra yanımdan uzaklaştı. Ne oluyordu ya? Kötü bir şey mi söylemiştim. Bu durum hakkında daha sonra kafa yorardım. Eğer huzurla geçireceğim sınırlı zamanım varsa bunu değerlendirmeliydim. Bu olaylar ışığında türlü tuhaflıklar başlayacak gibiydi. 

Percy Jackson: New Half-BloodsWhere stories live. Discover now