Yutkundum. Gözleri yine lav rengine dönmüştü ve elleri iki yanında yumruk olmuştu. Nefesi hızlanmıştı, daha fazla sakinleşmezse her an ejderhaya dönüşebilirmiş gibi görünüyordu.

Gözlerim kocaman açılırken hızlıca "Ejderha demişken, size çok önemli bir şey söylemem gerek." dediğimde Egehan kaşlarını çatarak "Kimse ejderha demedi?" dedi fakat onu dikkate almadım.

"Sandık bana oraya yolumuzun düşmesinin tesadüf olmadığını söyledi. Yani biri rotamızı değiştirmiş. O kişi Prens Nealon'muş." dedim.

Alkın'ın kaşları çatılırken Egehan "Aaaa! Hain kardeş mi çıktı bir de başımıza?" diye söylendi yaşlı teyzeler gibi. Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırırken Alkın ciddi bir ifadeyle bana baktı.

"Yalan söylemiş olamaz mı?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim.

"Beni parçalarıma ayırmaya çalışmadan biraz önce söylediği için yalan söylemesi için bir neden göremiyorum." dedim. "Asıl soru, sen bu Prens Nealon'a ne kadar güveniyorsun?" diye sordum.

Alkın'ın yüzü ifadesizleşirken "Hiç güvenmiyorum. Prensesin kaçmasına o yardım etti sonuçta." dediğinde ağzım şaşkınlıkla aralandı. Biliyordu, bir şekilde öğrenmişti. 

"T-tamam, o zaman kafamızda soru işareti kalmadı." dedim gözlerimi kaçırarak.

"Hayır, aksine soru işaretleri çoğalıyor. Nealon bunu neden ve nasıl yaptı? Bunu öğrenmek zorundayım yoksa ileride başımıza tekrar bela olabilir." dediğinde merakla ona baktım.

"Bunu nasıl öğrenebilirsin ki?" diye sordum.

Alkın derin bir nefes alarak yüzük parmağındaki yakut yüzüğe baktı. "Birinden yardım alacağım. Bana ancak o yardım edebilir."

Egehan'la aynı anda "Kim?" diye sorduğumuzda mavi bakışları ikimizin üzerinde gezindi.

"Corvina."

Hayır, bu bir kabustu. Eris cadısından kurtulmuşken tekrar onunla bir arada bulunmaya katlanamazdım. Şeffaflaşmaya başlarken zihnimde endişe tohumları yeşerdi. Corvina bir cadıydı ve büyüyle gerçek kimliğimizi görebilme ihtimali vardı.

<<<•>>>

Odama düştüğümde hem kalçam hem de karnım acımış, beni adeta kıvrandırmıştı. Yavaşça ayağa kalkarken zorlukla yatağıma ilerleyip oturdum. Tişörtümü sıyırdığımda karnımdaki incelip kalınlaşan morluklarla yüzümü buruşturdum. Güzel bir görüntü olmamasının yanında acısı da korkunçtu.

Kelebekli tül perdemin ardından kararan gökyüzüne baktım. Annemle babam ya gelmişlerdi ya da gelmek üzereydiler. Korktuğum gibi Fabulasium'da çok fazla zaman geçirmemiştim. Eğer annem beni burada bulamasaydı çok büyük sorunlar ortaya çıkardı.

Kapımı açarak evin sesini dinledim ve büyük bir sessizlikle karşılaştım. Demek ki daha gelmemişlerdi. O zaman bir süredir aklımda olan planı gerçekleştirebilirdim. Merdivenlere doğru yürüyüp bir üst kata, babamın çalışma odasına çıkmaya başladım. Onun ve İdil'in peşini bırakmayacaktım. Bunu anneme de açıklayacaktım fakat önce yeterli düzeyde kanıta ihtiyacım vardı.

Babamın çatı katındaki odasının önüne geldim ve kapıyı yavaşça açtım. Babam buraya hiçbir zaman ilgi duymadığımızı biliyor ve bu yüzden burayı kilitlemiyor olmalıydı. Annem özel alanlara saygı gösteren biriydi, ben de meraksız ve ilgisiz bir çocuktum.

Kapıyı arkamdan kapattım ve karanlık odaya baktım. Işığı yakmak istemediğim için telefonumun ışığını yakarak tam karşımdaki ceviz masaya ilerledim. Burası sade bir odaydı. Karşımdaki masa ve deri sandalyesinin arkasında dev bir tablo asılıydı. Masanın yanında kitaplık, pencere tarafında ise üçlü koltuk ve cam sehpa vardı.

Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf DövmecisiDonde viven las historias. Descúbrelo ahora