2- aşk hiç geçmez

629 97 203
                                    

berlin - take my breath away

sezen aksu - gitme kal bu şehirde

24 Eylül, 1985

Cuma akşamıydı, okuldan geleli tahminen iki saat olmuştu ve öylece uzanıyordum. Canım sıkıldığında diğer tarafa döndüm ve yağan yağmuru ancak o zaman fark ettim. Okulun zaten son günü de geçtiği için babamın atölyeye girmeme izin vereceğini tahmin ederek yataktan doğruldum.

Babam bir hediye dükkanı işletiyordu ve içindeki ürünler de tamamen kendi el yapımıydı. Küçüklüğümden beri merakla onun yaptıklarını izlediğim için benim de öğrenmem çok zor olmamıştı. Diğer ürünlere nazaran kar küresi yapmak daha çok ilgimi çekiyordu. Boş zamanlarımda atölyede tek başıma vakit geçirmek bana en iyi gelen şeylerden biriydi. Özellikle şimdi olduğu gibi, yağmurlu bir hava var ise.

Babamdan da izin aldığımda atölyeye geçtim ve radyoda sevdiğim müzik kanalının frekansını ayarlayıp tamamen kendimi kar küresi yapmaya verdim. Daha on dakika dahi olmamıştı ki dükkanın kapı ziliyle ilgim dağıldı. Babam eve çıkarken mutlaka kapıyı kilitlerdi, belli ki unutmuştu. Kimin geldiğine bakmak için dükkana geçtiğimde şaşkınca göz büyütmeme engel olamamıştım.

Karşımda Hyunjin vardı. Hem de yağmurdan tamamen ıslanmış ve koştuğunu belli edecek şekilde soluklanırken. Onun bu dükkanda olması pek alışıldık bir şey değildi. Her ne kadar komşu mahallelerde çocukluğumuz beraber geçmiş olsa da, büyüyüp liseye geçtiğimizde arkadaş tayfalarımız tamamen değişmişti. Ve arkadaş gruplarımızın iyi anlaştığı da pek söylenemezdi ama yine de Hyunjin'e karşı nötrdüm. Daha doğrusu bir nefret besleyemezdim ona. Sebebini her ne kadar bildiğim halde inkar etsem de durum bundan ibaretti.

''Hyunjin, saat gece 11 farkındasın değil mi? Ne işin var burada?''

Nefesi biraz daha düzene girmişti. Montunun şapkasını oflayarak arkaya yatırdı ve saçlarını birkaç kez eliyle silkeledi.

''Hoş geldim, Jeongin. Teşekkür ederim, iyiyim, seni sormalı?'' Bıkkınca nefesini verip sinirli -gözükmeye çalıştığı- gözlerini bana çevirdi. Kendisini bir başka gözle görebilseydi şu haliyle yalnızca şirin gözüktüğünü anlardı. ''Herhalde biliyorum saat 11 olduğunu. Kütüphaneden çıkmıştım ve yağmurdan çok fazla etkilenmem diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Bu saatte kafelerin kapalı olduğunu göze alırsak en mantıklısı burasıydı. Atölyenin ışığını da açık görünce direkt geldim.''

Birkaç saniye bir şey demeden öylece bakıştık. ''Sabahtan beri radyolar akşam şiddetli yağmur olacak diye uyarı yapıyor, hiç mi duymadın?'' Tabii ki de gelmesinden şikayetçi değildim, sadece onunla uğraşmayı seviyordum.

''Demek ki duymamışım, değil mi? Anlamak zor olmasa gerek.'' Onun da zaten benden çok aşağı kalır yanı yoktu.

Küçükken buraya çok geldiği için yolunu bildiği atölyeye yöneldi ve montuyla atkısını çıkartıp askıya astı. Hemen yanan şöminenin yanına geçti ve ellerini uzatıp ısınmaya çalıştı.

''Kazağın da ıslanmış, böyle hasta olursun. İstiyorsan değiştir, ben sana kazak veririm.''

Gözlerini şöminenin yanan ateşinden bana çevirdi. Bence Hyunjin'in gözleri hep parıltılarla doluydu ama tam şu an, alevlerin ışığının yüzüne yansımasıyla o parıltılar daha da belirginleşmişti. Alevlerin yansıması beyaz teniyle öyle bir uyum yakalıyordu ki ben yine hayran olmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Öylece dururken bile ne kadar güzel gözüktüğünden habersizdi. Sesi kulağıma ulaştığında anca o zaman nefesimi tuttuğumu fark etmiştim.

ilk ve son kez | hyuninWhere stories live. Discover now