1- Gözler

283 30 87
                                    


Aralık ayının yağmurlu bir günü, kar yağması gerekirken hâlâ yağmıyor. Havanın soğunu kıramadığı için olması gerekenden daha soğuk.

Genç adam otobüs durağında gelecek olan otobüsü bekliyor. Her nefesinde ağzından sanki sigara dumanını üflermiş gibi buhar yükseliyor. Ellerini biraz daha kabanının kollarına sıkıştırıyor. Hava soğuk, çok üşüyor ama asla yüzündeki sertliği, donuk bakışları, mimiksiz ifadeyi bozmuyor.

Ellerindeki eklemler, burnu, yanakları kıpkırmızı. Ama asla istifini bozmuyor. Gittikçe sertleşen yağmur durağın kenarından biraz biraz siyah kabanına geliyor. Yaklaşan otobüsü gördüğünde derin bir soluk alıyor. Önünde duran otobüsün içine adımlayıp kartını çıkartıyor, sakince okutuyor. Ve sağ tarafta kalan ikili koltuğa yavaşça oturuyor.

Min Yoongi, 29 yaşındaki genç adam. Hayattan aldığı belki de tek zevk. Yağmurlu, kasvetin bol olduğu havalarda bilmediği duraklara gitmek. Kulaklığını takmak ve otobüs farketmeksizin son durağına kadar gitmek. Ardından inip daha fazla yürümek. Belki de düşünmeyi, insanlardan soyutlanmayı sevmek ya da onun için özgürlüğün adı bu. Yoongi bilinmezliklerle dolu bir adam.

Kulağında çalan klasik müzik otobüsün camına çarpan yağmurla birleşip daha da güzel bir melodiye dönüşüyor.

~

Yoongi ilk duraktan bir sonraki durakta binmişti otobüse. İçerisi sakin, tek tük insan vardı. Oturduğu koltuğa biraz daha kayarak iyice yerleşti. Yolu uzundu. Kim bilir nereye götürecekti bu otobüs. Gözlerini yumdu. Düşünmek için en güzel yoldu. Özgür olabilmek için. Zengindi çok zengindi. İstediği her yere anında gidebilir, her şeyi eline alabilirdi. Ama o bunu hiç istememişti.

Otobüsün ısıtıcısı suratına doğru sıcak havayı üflerken iyice mayıştı. Uyumazdı, asla uyumazdı ama bu mayışmayacağı anlamına gelmezdi. Gözlerini yumdu, düşünmek için.

Bir durak geçti.. iki durak.. üç durak..

Otobüs ilerliyordu ama çok fazla binen yolcu yoktu, ya da bu havada saat sabahın dokuzuyken, pazar olduğunu da düşündüğümüzde durum normaldi.

Kollarını birbirine bağladı, değişen müziğe bıraktı kendini. Bu sırada koluna dokundu biri, dokunuşundan önce kokusu geldi ama. O hafif, insanın tebessüm etmesine sebep olan kiraz çiçeği ve biraz çilek kokusu. Kolunda hissettiği kolun hemen ardından üşüdüğü belli olan ses duyuldu,

- Bayım, uyuyorsunuz. Bana nerede ineceğinizi söylerseniz sizi uyandırabilirim.

Yoongi yavaşça gözlerini açtı. Muhtemelen ondan daha genç olan biri vardı karşısında, soğuk esen rüzgardan dolayı gözleri dolmuş. Yanakları pespembe, karamel rengi saçları iki yana ayrılmış ve ıslak. Gözlerinin içi kanlanmış, üstünde beyaz bir sweatshirt onun üstünde uzun haki bir kaban. Öylece Yoongi'nin gözlerine bakıyor.

Yoongi ise deli gibi küçüğü inceliyor. Küçükse Yoongi'nin bal rengi gözlerinde kaybolmuş. Tekrar konuştu,

- Bayım?

Yoongi ise sertlikle cevap verdi, bakışlarının aksi sertliği ile,

- Hayır uyumuyorum, yani yardımına ihtiyacım yok.

Küçüğün gözündeki masumluk uçtu, nedendi bu kadar sertliği? Bir şey söylemeden döndü önüne. O sadece yardım etmek istemişti. Bomboş koltukların olduğu otobüste onun yanındaki koltuğa oturmuştu. Sırf ona yardım etmek için. Zaten yeterince mutsuzdu. İnsanların kabalığını asla anlamamıştı, 27 yaşında olmasına rağmen. Hâlâ küçük bir çocuk gibiydi belki. Ama kalbi yaşlanıyordu. İnsanlar saf kalbini yaşlandırıyordu.

Butterfly | SopeWhere stories live. Discover now