broken trust, fixed?

67 5 0
                                    

yer: morg

ayaklarımı sürte sürte yürüdüğüm bu yollardan yaklaşık 2 aydır her gün geçiyorum. sonuçta, ezberime yerleşmiş olduğundan yalnız adımlarımı takip etmem yeterli oluyor. her yerde farklı sesleri, farklı insanları duymaktan yorgunum. zeki olduğu iddia edilen insanların arasında kafayı yemeyişimin her gününü bir dal sigarayla kutluyorum. genel olarak adapte olmak ve onların arasında olmaktan zorlanmıyorum aksine, bu konuda oldukça başarılıyım. lafını ettikleri her insanın hikayesini biliyorum. nasıl bir etkim var, bunu kestiremiyorum fakat güçlü olduğumu hissediyorum.

kokuşmuş profesörlerden ziyade genç olanla daha yakınım ve bir şekilde hepsini avucumun içinde tutar haldeyim. insanları etkileme sanatında bu kadar iyi olmak tüm özgüvenimi arttırıyor.

ayaklarım sonunda beni tanıdık insanların yanına götürürken yüzüme gülümse kondurdum. içtenliğim sorgulanır, beni bilen anlar. malesef kimse de bilmiyor. acil bugün yine oldukça kalabalık belli ki. çoğu asistan burada. içtikleri sigaralarına ufak tefek muhabbetler eşlik ediyor ve yine o sinir bozucu isim yankılanıyor kulaklarımda, kim taehyung. alev alev bir isim, belki çoğu farkında değil fakat en başındandır radarımda. bunu fark eden arkadaşlarım da darlamaktan çekinmiyor beni.

üzerinde önlüğü ve mavi lensleri, her zaman dağınık saçları, kimseyi umursamaz tavrıyla beraber gece kadar karanlık göz altları, uzun boyu, yakışıklı yüzü. yüzüne yakıştırdığı giyimi, sert bakışları. bunlar değil, beni ona çeken. bunlardan çok öte, mutsuzluğu ve içinde yaşadığı karanlığı hissediyorum onun. buram buram kokusu geliyor, kimsesizliğin, bende de olan yalnızlığın. mıknatıs gibi, zaten kendi haline bıraktığım adımlarım ona kayıyor.

yakın zamanda tekrar durağım olan bu kampüse doktor olmak için atmıştım ilk adımlarımı. girdiğimden beri kulaklarımda çınlayan tek bir ses var. herkes ne kadar zeki olduğunu, nasıl bu yaşında profesör olduğunu sorguluyor. her bir hareketi beni kendine çekiyor. attığı adımlar dans eder gibi, teninin değdiği her bir nokta kan kırmızısı çiçekler açıyor. bu adamın onayına muhtacım, bunu güzelce de kullanıyor. her zamanki gibi beni çağırıyor. normalde odasına çağırmasını beklersiniz, değil mi? yapmıyor. bizim buluşma yerimiz romantizmden uzak. beni görmek istediği yer, bana nefes aldırmayan yer. öyle soğuk, öyle kasvetli ki insan iliklerine kadar titriyor her girdiğinde buraya. soğuktan nefret ederim.

onun isteğiyle her zamanki saatimizde, ruhlar dahi mışıl mışıl uykusundayken giriyorum mavi buzullara. burası bana mavi hissettiriyor. bu morg benim için sessiz, huzursuz, fırtına kopmadan önceki griye çalan mavi. saatin akrebi henüz 3'e vurmuyor fakat geç kalırsam beni beklemeyeceğini biliyorum. o da sırf bunun için buraya çadır kurabileceğimi ve şayet o gelmezse ortalığı yakıp kavuracağımı biliyor. ama her şekilde geleceğini ikimiz de biliyoruz, yüreğinin ve hareketlerinin gücü öylesine yoğun ki konuşmasına lüzum olmuyor, ne demek isterse hissediyorum.

daha önce böyle bir şey yaşadım mı bilmiyorum. tek bildiğim gördüğüm bütün analitik bilimlerin açıklayamayacağı güçte bir aurasının olduğu. her canlının mimikleri önemlidir, onları anlamamızı sağlayan bir araçtır fakat insan, kendini ifade ederken bilhassa kelimelerini kullanır. onun kelimelerini duymama gerek olmuyor. başkaları onu anlamıyor fakat ben biliyorum, ne zaman dudağının içini ısırıyor olsa, kafası burada olmuyor. eğer gözleri ağır ağır kapanarak yürüyorsa içinden birilerine sövüyor. dili yanak içlerine vurduğunda sinirleniyor. ama her zaman tekdüze, sade konuşuyor. o kalın sesine hiçbir duygu yansımıyor. mimikleri gizemli bir şekilde çözülmeyi bekliyor. kendisini koca bir iskambil destesi gibi sunuyor ve oyuncusunu bekliyor, kimse farkında değil. herkes sadece melankolik, deli doktorun biri gibi görüyor onu ama hayır, o kadar sığ değil.

tue-l'amour // taekookWhere stories live. Discover now