XXXI- "Kaybedilmeyen Alışkanlıklar"

Start from the beginning
                                    

Fırında Fetih’in tek bir an bile susmayıp devamlı konuşması benimse ettiğim küfürden sonra tek bir kelime dahi konuşmayışımla yirmi dakika kadar durmuştuk. Önümüze Fetih’in kendi elleriyle hazırladıkları olmak üzere bir sürü şey gelse de ağzıma sürmemiştim, bir yerden sonra o da yememişti. O kadar öfkeli ve anlamsız, isimsiz bir şeyle doluydum ki kussam geçecek gibi hissediyordum ve ellerim hala titriyordu. Aklı durmuştu resmen bu tavrıma. Akıl sır erdiremiyordu. Ben de erdiremiyordum. Ne olduğunu sorguluyordu ama verecek zerre cevabım yoktu. Bilmiyordum tam olarak. Biliyordum ama kelime olarak karşılığı yoktu.

Sadece...

Fetih’in burnundan kan getirmek istiyordum. 

Evet hislerimi az da olsa bu şekilde tercüme edebilirdim. 

Ama bunun için elle tutulur bir nedenim olmadığı için yapamıyor, bu yüzden de onunla muhatap olmamak için taksiden inip hızlıca eve doğru yürüdüm. “Bekle.” Seslenişini duysam da daha da hızlandım geldiğimizi gören Pınar önden kapıyı açmış işimi kolaylaştırmıştı. Sultan babaannenin bir yere gittiğiyle ilgili bir şeyler söylerken telaşımdan sadece gülümseyip kafa salladım ve merdivenleri tırmanmaya başladım. 

Odanın kapısında anahtar var mıydı? Fetih bana yetişmeden kilitleyebilirsem yer yatağını serer yorganın altına girer ve uyurdum. Patlamak üzereydim, sakinleşmem lazımdı ama Fetih’i gördükçe bu körükleniyor gibi hissediyordum. 

“Efsun seni yakalamam üç saniyemi alır, kendi iradenle dur.”

Bu adam yalnız bırakmak nedir bilmiyor muydu? 

Üst kata vardım daha da hızlandım, odanın içine de girdim ama örteceğim an kapının arasına ayağını soktu ve kapamasını engelledi. “Ben itmeden çekil arkasından.”

Sabrının son demlerinde olduğunu, bir yerden sonra beni tamamen kendi halinde bırakacağını, bu tavırlarımdan bıkacağını, artık bu boş vermeyle bir evde iki yabancıya dönüşeceğimizi farkındaydım. O raddeye gelmemize çok az kalmıştı. Ve bu artık yaşansın istiyordum. 

“Uyuyacağım.” Dedim sadece. Mental olarak kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Ruhsal olarak ayrı fiziken ayrı bir yıpranmıştım. Mesela tam şu an o kadar dolup taşacak kıvamdaydım ki serbest bıraksam kilometrelerce koşmaya cesaret gösterecek ama üçüncü adımda yere bırakacak ve kalkmaya takat bulamayacaktım. 

“Aç kapıyı yine uyursun.” Ayağını arada tutmuş ama kapıyı açmak için herhangi bir baskı yapmıyordu. Benim açmamı bekliyordu. 

“Uyuyamam. Çek şu ayağını.” 

Ayağını görmezden gelip kapıyı itsem de etkisiz oldu, ittiğimle kaldım. “Sana zor kullanmamamı isteyip inatla bunu yapmam için beni zorluyorsun, biliyorsun değil mi?” Zor kullanması için değil, pes edip gitmesi, artık kendi haline bırakması içindi bu tavırlarım. Omuzlarım düştü, karnım ve kasıklarımda aynı anda bir ağrı varlığını gösterdi. Tam olarak ağrının yerini bile seçemedim. Kapının kulpunu daha da sıkarken başımı kapıya yaslayıp gözlerimi yumdum. 

Beni zerre ilgilendirmezdi. Zeliha yaşındaki bir kızın söyledikleri de Fetih’in kuzeni de beni ilgilendirmezdi. Yorganın altına girip uyuyana kadar bunu tekrarlayacaktım. Ortaokulda bize verilen İngilizce ödevleri gibi tekrar tekrar yazacaktım.

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKWhere stories live. Discover now