XXX/PART I "Kapısı Kaybolmuş Kilit"

En başından başla
                                    

"Hem de hepsini!"
Karnımdaki et parçası ayrıldığı yerden sallanıyor ama düşmüyor gibi bana zulüm ederken nefesimi kesen bu fiziksel acıydı. Acının tesiri o kadar fazlaydı ki gözlerimin sulanması çok uzun sürmedi. Refleks olarak gözlerimi sıkıca yumduğumda zaten ince bir ipe bağlanmış hassasiyette gözlerimde biriken iki yaş anında düştü. Yanağıma bile temas etmedi.

Gözlerimi açacak takatim yoktu hatta başımı masaya bırakmak istiyordum ta ki elimin hemen yanında duran boş bardak gözümde aniden bir zehre dönüşüne kadar. Tek bir cümle. İki kelime bir cümle.

"Hibiskus çayı."

Başımı bir darbe yemişim gibi Zühre'ye kaldırırken kısacık saniyede ağzımdan dökülen acı dolu bir inleme ve elimin refleksle ağrının olduğu yeri bulması bir oldu. Elimin tenimle buluşmasını bekledim, o ağrıyı oradan almak ister gibi sökmek, sökecek gibi karnımı sıkmak. Hayır ama elim tenimle buluşmadı. Ya da buluştu ama beklediğim asla bu değildi.

Bir çıkıntı hissettim.

Böyle çok büyük değil ama hissedilir.

Göbek değildi bu.

Kussam ağzımdan boşalacak olan kan şimdi patlayacak gibi hissettiğim kulaklarımdan akacaktı sanki. Nefesim bir daha alamayacağım şekilde, son nefesi aldığımı bile fark etmediğim anda tamamen koptu gitti benden. İçimde sallandığını hissettiğim parçanın bana tutunduğu kısım daha da inceldi sanki, o acıyı oradan sökmek için karnımı bulan elim o çıkıntıya dokunamadı bile daha fazla. Gözlerim ürkek ürkek karnıma indiğinde o sallanan parça gördüğüm şeyle koptu benden. O kopuşu tüm hücrelerimle hissettim. Bir şey benden koptu gitti. Bir şey. Karnımdaki çıkıntı. İçimde o beklenmedik kaybın ince sızısı. Boşalan elim ayağım. Bildiğim ama unuttuğum o gerçek.

"Başın sağ olsun o zaman."

Bu cümle ilk kez kulaklarıma varmamıştı, duymuşluğum çoktu ama varlığını unuttuğum bir canlıyı kaybettiğimi ilk kez fısıldıyordu birileri. Yanı başıma oturmuş cinnet, bir deriyi kaşıyormuş gibi masanın örtüsü üzerinde gidip gelen tırnaklarımı izliyordu. Zühre Karadere bu cümlenin kurduğu insanda bir matem yaratacağını bilmiyormuş gibi gülümsüyordu.

Acı azaldı ya da ben öyle sandım, cinnetin nefesi acıdan daha çok hissedildi. Başımı iki yana salladım, önce yavaş yavaş sonra hızlı hızlı. Bir inkar vardı bunda ama içimden bir şey koptuğunu içimdeki şeyin varlığını unutmuşken bile fark eden ben değil miydi?

Et parçası demiştim, kalbim durma noktasına geldi o an. Et parçası değildi. Bebekti. Ben taşıyordum. Benimdi. Et parçası değildi.
İçimden bir şey kopmuştu. Başım daha hızlı sallandı. Hayır bir şey değil minicik bir can.

İçimden kopan bir et parçası değildi. Gözyaşlarım artık beklemeden ardı ardına bırakıyorlardı kendilerini gözlerimden; intihar gibi değildi bu, kaybın arkasındaki kurtuluştu. Elim büyük bir hışımla, uçurumdan düşmek üzere olan birini tutar gibi hızlı bir halde karnımı tuttu. Kesik kesik ağzımdan dökülen ağlayışlar ufak bir "Hayır." dememe izin verdi.

Sonra bu kelime ardı ardına döküldü durdu dudağımdan. Canımın acısının üzerine binen bir kayıp vardı hissediyordum. Hissediyordum. İçinden bir mezar kaldırmak kendi mezarından daha ağırdı insanın, çok kısa bir zaman diliminde bunu fark etmek kanımı akan damarlarımda dondurdu sanki. Hissediyordum, bir şey kopuyordu benden engel olamıyorum.

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin