İP_59 | BOŞLUKTA BİR ÇINLAMA

En başından başla
                                    

Gözlerim yavaşça kapandığında, Edim'i terk ettiğim gibi ruhumun da beni yavaş yavaş terk ettiğini hissetmiştim.

Aradan ne kadar zaman geçmişti ne kadar süre öyle kalmıştım bilmiyordum, birkaç dakika veya birkaç saat... o sırada bunun bir önemi yoktu. Gözlerimi açmadan önce bir dilin damağa vurularak çıktığı ses kulağımdan bir büyü gibi süzülüp zihnimi köşe bucak doldurup talan etti, o sesi tok adım seslerinin uğursuz tonları takip etti. Başta yavaşça kapanan mavi gözlerimi, o anda yavaşça araladım ve bulanık görüş açıma bembeyaz parlayan ayakkabılar girdi.

Başımda korkunç bir ağrı vardı, düştüğüm sırada kafamı çarpmış olmalıyım. Zihnim bana gözlerimi tamamen kapatıp uykuya teslim olmamı fısıldasa bile tersini yapmayı tercih ederek gözlerimin önündeki puslu görüntü gitsin diye birkaç defa kırpıştırdım. Adımlar bana yaklaşırken görüşüm kendi netliğini kazanmak için neredeyse savaşçı gibi uğraşlar vermişti, nihayetinde görüşüm netleşmişti. Kırmızı takımı içinde bana doğru yürüyen adamı gördüm, bedenimi kaldırmak istedim, yapamadım. Hastaydım belki gördüğüm gerçek dünyaya ait biri değil, rüyama ait biriydi.

Önümde bir sütun gibi dik durup gözlerini bana diktiğinde kaşlarımı çattım. Kafa karışıklığı içinde bitkin ve kısık bir sesle, "Sen kimsin?" diye sordum, yanaklarım yanardağ taşıyor gibi ateşler saçıyordu.

Kırmızı takım elbiseli adam, soruma yanıt vermedi, kırmızı ceketinin iç cebinden kırmızı küçük bir şişe ve kırmızı bir şırınga çıkardı. Baş ve işaret parmağının arasına sıkıştırdığı şişeyi sallarken, "Kim olduğumu asla öğrenemeyeceğin kişiyim," dedi, ölüm taşıyan koyu kahverengi gözleri, gözlerime döndü. "Ben öğrenmeni isteyene dek."

Acıyla yutkundum, boğazım ağrıyordu. Hiç gücüm olmamasına rağmen avuçlarımın içini soğuk zemine bastırıp kendimi zorlayarak doğruldum, bal sarısı saçlarım arkaya doğru dalgalanarak aktı. Ayağa kalkacak gücü bulamadım, madencilerin ellerinde bulundurdukları demirin ağırlığı gibi bir ağırlık vardı üzerimde. Adamın bakışı, duruşu, ifadesiz her hareketi ölüm sessziliğindeki tehlikeyi çağrıştırıyordu, bütün duyularım bu gerçek karşısında anında hareketlendi ve o anda yapabileceğim tek şeyi yaparak geri geri gitmeye başladım.

Kırmızı takım elbiseli adam, başımı yana yatırıp, "Bu iyi bir fikir değil," dedi, sesi duvara tosladığınızı hissettirecek kadar boş ve düzdü. Şırınga iğnesinin koruyucu aparatını çıkarıp attı ve iğnenin ucunu şişenin plastik kısmına saplayıp içindeki sıvıyı şişeye boşalttı. Öylesine tecrübeli, ne yaptığından emin görünüyordu ki adam önündeki işi kontrol etme gereği duymayıp gözlerini bana dikmişti. "Hareket edersen canın çok yanar, bunu ikimiz de istemeyiz. Bunun eğlenceli bir tarafı da var, eğlenceli kısmı ne biliyor musun?" Tanımıyordum onu, eğleneceyle işi olan birine benzemiyordu hiç yine de eğlenceden bahsediyordu. "Edim Demiray'da bunu hiç istemez, duyunca deliye dönecek. Bir gün üçümüz beraber oturur, bu ânı ona da anlatıp durum kritiği yapmak isterdim ama ne yazık, bu geceden sonra seni hayattan uğurluyoruz."

Edim'in adını ondan duymak, karmakarışık olmuş hislerime harf harf düştü. Edim'i terk etmiştim ama onun laneti üzerime sinmişti; kendisi yanımda değilse bile, düşmanı benim yanımdaydı.

Şişenin içinde sıvıyla karışıp iç içe geçmiş tozları bu kez şırıngaya çekti, iğnenin ince ucundan birkaç damla damlatıp boşalmış şişeyi tekrar cebine atıp üzerime gelmeye başlayınca, "Uzak dur benden," dedim, sesimin gür çıkmasını istedim ama o kadar hastaydım ki kısık çıkmıştı. Hastalık beni olduğumdan daha kırılgan ve güçsüz hâle getirdi, gözlerim doldu. "Bana yaklaşma."

İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin