8.

1.1K 191 31
                                    

Odadan çıkan cinleri görmemle sırtımı duvardan ayırıp doğruldum. Hepsi teker teker toplantı odasından çıktığında arkalarından kapattıkları kapıya doğru ilerledim. Ağır kapıyı itekleyip başımı uzattım. Chan tam ortada durmuş ve çevirdiği başıyla pencereden dışarıyı izliyordu.

"Duydum ki hasretime dayanamamışsın."

Tamı tamına üç gündür onu görememiştim. Özlemimden kafayı yemek üzereydim ve günlük ihtiyaçlarım dışında yaptığım tek şey Hyunjin'i dans ederken izlemek ve onun anılarını izlemekti. Yani gördüğüm tek kişi Hyunjin'di. Sürekli onu izlemiştim.

Cevap vermeyip şaşkınca yüzüme baktığında "Dışarıdaki cinlerden başka işiniz kalmadığını duydum." dedim. Önce gerildi, sonra gülümseyerek kendine geldi. Onun rahatladığını fark ettiğimde tamamen içeri girdim ve yanına adımladım. "Ben de bir şeyler yapabiliriz diye düşündüm."

"İyi düşünmüşsün." dedi ben kollarımı onun beline dolarken. "Ne yapacağımızı da düşündün mü?"

Bana sıkıca sarılıp başını boynuma gömdü. Onun da beni özlediğini biliyordum ama boynumda soluklanıp kokumu içine çekerken bunu neredeyse somut olarak hissetmiştim.

"Aslında sadece yan yana olsak yeter. Ama bir işin çıkıp hemen gidersin diye seni kaçırmayı planlıyorum."dediğimde kıkırdadı. "Kırmızı bataklığa gidelim."

Başını kaldırıp onayla salladığında elinden tutup odanın dışına yürümeye başladım. Bir an önce diğerlerinden uzağa kaçmak ve Chan'ın birkaç saat benimle kalacağına emin olmak istiyordum.

"Koca kelebek?" diye sordu ama cevabın evet olduğunu o da biliyordu. Koca kelebek ve cıvıklar ayrılmaz ikilimdi. "Bu defa sarı-turuncu olana binelim."

Sarayın çatısına çıktığımızda Chan çoktan kelebeği çağırmıştı. Siyah ve tüylü gövdesi, dipleri sarı ve uçları turuncu olan kanatlarıyla devasa kelebek karşımızdaydı. Kısa bacaklarını tamamen kırmış ve yere uzanmıştı. Kanatları da çatının tuğlalarına serilmişti.

Chan belimden destek olarak kelebeğin sırtına binmeme yardım etti. Ardından kendisi de arkadama binip kollarını belime doladı. Bunu düşmemem için yapıyordu ve bu benim büyükçe sırıtmama sebep oluyordu. Chan'ın benimle ilgelenmesi, beni koruması ve sevmesi hoşuma gidiyordu.

Bir elimi Chan'ın elinin üstüne koydum diğerini de kelebeğin sırtına. Elimi üzerinde hissettiği an kanatları dikleşti ve ayakları üzerine kalktı. Sırtını okşadığımda ise yavaşça havalanıp uçmaya başladı. Gideceği yeri Chan ona söylediği için biliyordu.

Normalde yol üzerinde sadece sarı çimler, beyaz ağaçlar, yeşil bataklık ve kırmızı çimler olurdu. Ama bu defa kelebek yolunu uzatmıştı. Mavi bataklığın ve pembe dağların da üzerinden uçmuş, turuncu ormanın etrafını dolaşarak getirmişti bizi kırmızı bataklığa.

Bataklığın kırmızı ve gri toprağına kondu kelebek. Sonra kanatlarını yavaşça indirdi ve yere uzandı. Chan inip kollarını uzattığında kucağına çıktım. Bacaklarımı beline dolayıp ona sarıldığımda ikimizin de gülümsediğini hissedebiliyordum.

"Hadi böyle gidelim."

Kollarını belime dolayıp bataklığın içine doğru yürümeye başladı. Bazı yerleri sert toprak bazı yerleri de yumuşak bataklık çamuruydu. Normalde Chan'ın elini tutar ve onun sert toprak üzerindeki adımlarını takip ederdim.

Cinler ve Chan için bataklığa düşmek sorun değildi. Hatta bilerek atlayan ve yer altının daha da derinlerine gidip insanları cezalandıran cinleri görmüştüm. Ama ben bir insandım ve bataklığa düşmem ölümüm ve cehennem azabımın başlangıcı olurdu.

Chan dikkatlice bataklığın tam ortasındaki siyah ağaca doğru gitti. Sırtım ağaca dönük olduğu için ağacın sadece bir kısmını görmüştüm. O buradaki her şeye zıt şekilde çok hızlı büyümüştü. Bu bataklığa ilk geldiğimiz gün Chan'la birlikte ekmiştik onu. Şimdiyse üç katlı bir bina boyundaydı. Yanlamasına da oldukça genişti. Dünyada böyle ağaçların altına sırf güneşten kaçmak için oturuyorlardı ama buradaki tavanın bir güneşi yoktu. Biz sadece kendimiz için alanlar yaratmak istemiştik.

Bu bataklığa her geldiğimizde bu ağacın yanına oturalım.

Chan yere oturduğunda topuklarım toprağa değdi. Ben de sıkıca sardığım bacaklarımı gevşettim ama Chan'ın kucağından kalkmadım. Kollarımı boynundan çekip ellerimi kürkünün yumuşak dokusunda gezdirdim.

"Yeşil bataklıktaki ağacın kuruması çok üzücü."

"Bir kere daha ekeriz." dedi ama tutmayacağını o da biliyordu. Her bataklığa birer ağaç ekmiştik ve hepsi kocaman olmuştu. Biri dışında: Yeşil bataklık. Çok fazla kez ağaç ekmeyi denemiştik ama olmamıştı. Sonunda oldu derken de üç ay önce büyümeye başlayan ağaç ölmüştü. Artık bataklığın ortasında ölü bir ağaç vardı.

"Önce işlerinin bitmesini beklemeliyiz, değil mi?" diye sordum burukça. Tüm gün onun boş vaktini beklemiştim. Benden kaçtığını düşünsem de gerçekten işleri vardı.

Chan'ın dudakları iki yana gerildi. Verecek cevabı yoktu büyük ihtimalle. Cevap vermesini de beklemedim. Bakışlarımı ondan kaçırıp bataklığı izlemeye başladım. Bizim gibi gelenler de vardı. Chan'ı fark ettikleri için sessiz olmaya çalışıyorlardı ama küçük çocuklar bunu fark etmeden oyunlarına devam ediyorlardı.

Çocuklardan biri bataklığa atladı ve diğeri o an başka yere baktığı için bunu göremedi. Şaşkınca etrafına bakarken de bataklığın yumuşak zeminine doğru yürüyordu. Birden bire bataklıktan bir el uzanıp çocuğun bacağını kavradı. Çocuk şaşkınlıkla çığlık attığında diğeri bataklıktan çıkıp gülmeye başladı.

Aklıma In Yeop'u korkutup altına işemesine sebep olan Hyunjin geldiğinde, Chan ve benim kıkırtım aynı anda duyuldu. Bakışlarımı Chan'a çevirdim. Gamzeleri yüzünde neşeyle gülüyordu. Benim aklıma Hyunjin ve In Yeop geldiği gibi onun aklına da benim anılarım gelmiş olmalıydı. O çocuklar ne yaparsa yapsın gülmezdi çünkü Chan. Bu yanı bir tek banaydı.

"Ne geldi aklına?" diye sordum gülümsemem yavaşça kırılırken. Chan'ın aklındaki kişi benken benim aklımdaki kişinin Hyunjin olması canımı sıkmıştı. Üç gündür istemsizce aklıma geliyordu ve bir türlü çıkmak bilmiyordu. En azından Chan'ın yanındayken aklıma gelmemiş olmasını dilerdim.

"Küçükken beni korkutmaya çalıştığın geldi aklıma."

12 yaşında ilk kez anı odasına gittiğimde oyun oynayan çocukların birbirini korkuttuğunu görmüştüm. Birlikte çok eğlendikleri için de bunu Chan'la birlikte yapmak istemiştim. Tabi Şeytan'ın hiçbir şeyden korkmadığını unutmuştum. Homurdanıp omzundaki kafataslarına fiske attım. "Korkmuş gibi yapmalıydın."

Hala gülmeye devam ederken "O sevimli suratından korkmam gerektiğini bilmiyordum." dedi.

"En azından ikinci kez yaptığımda korkmuş gibi yapmalıydın!" diye söylenip kollarımı birleştirdim. Chan saçlarımı karıştırıp daha sonra da düzeltirken hep diğer çocuklar gibi bir hayatımın olmasını istediğimi fark ettim. Cin bile olmaya razıydım. Ama insandım ve şeytanın sevgisini kazanmıştım. Çevremde kimse yoktu. Hyunjin gibi korkutup oyun oynayacağım ya da birilerinin bana kızmasından korkacağım bir hayatım yoktu.

İnsandım ama bir o kadar da insan değildim. Onlar gibi eğlenemiyordum, en eğlenceli aktivitem bataklığın çamuruna düşmeden yürümeye çalışmak ya da inekleri kovalamaktı. Çocukların anılarını görene kadar futbol ne bilmiyordum, kovalamacada birilerinin de seni kovalayacağından haberim yoktu.

Seçmem gereken tek şeyin Hyunjin ya da Chan olmadığını fark ettim. Aynı zamanda insan olmak ya da bu şekilde ne olduğumu hissedemeden yaşamak arasında da bir seçim yapmalıydım.

i'll be your man ♥︎ chanminWhere stories live. Discover now