İP_54 | HIRLAYAN NEFES

Start from the beginning
                                    

Dudağının kenarı, şeytandan ödünç alınmış bir alayla kıvrılırken, sarı saçımın bir tutamını işaret parmağının etrafına kıvırıp, "Benim küçük aptal kızım... Kast ettiğim o değildi," diye fısıldadı. "Sen bana aitsin, altımda çıplak uzandığın veya bedenine sahip olacağım için değil," dedi hemen ardından. "Doğduğundan beri hep öyle olduğun için. Ne yaşarsak yaşayalım, dünyanın birbirine en uzak noktalarına düşsek bile hep öyle kalacaksın."

Bakışlarım, onun gözbebeklerinde intihar edip kendini öldürürken, "Hep öyleydim," diye kabul ettim. Sert hatlarını dolduran sakallı yüzünü okşadım, ona karşı tanımı imkânsız bir bağlılık hissediyordum. "Hep öyle kalacağım."

Baş parmağı elmacık kemiğimi sağa sola doğru hafif hafif okşarken, "Bana kendinle birlikte sadakatini veriyorsun, Küçük Avcı. Hâlâ içimde tükenmek bilmeyen intikam zaafıma rağmen," dedi ağır bir sesle. "Bütün kötülüklerime, hak etmediğin hâlde sana verdiğim o kadar acıya rağmen. Bana baktığında ne görüyorsun bilmiyorum, ben aynaya bile çoğunlukla bakamıyorum, baktığımda kötülüğü yüzünden akan adamı görüyorum." Seslice iç çekti. "Kötülük, seni her şeyinle bana getirecek kadar çekici olabilir mi?"

Onu her zaman şeytan olarak görmüştüm, hâlâ uslanmaz bir şeytandı ve ben o şeytanı istiyordum. Kötülüğün kaburgalarına gireceğimi bile bile. "Seni istiyorum, geçmişi gömmeye hazırım," diye itiraf ettim. Elmacık kemiklerinin üzerine düşen kirpiklerinin gölgesi ne kadar uzun ve ona sert bir hava veren kemik yapısı nasıl da kusursuzdu. Ona dokunmak çok başka bir ihtiyaca dönüştü. Yüzünü ellerimin arasına aldım, elmacık kemiklerini okşadım. "Sana güveniyorum, sana güvenmeye ihtiyacım var, Edim."

Edim, bir katilin parlayan bıçağı gibi gülümsedi. Çenemin ucunu okşarken, "Bunu söylemek için erken, bazı durumlarda hiç konuşmamak en iyisidir," dedi, boğuk sesi kesin çıkıyordu. Böyle konuşması ruhumu sızlatmıştı. "Güven... şimdi konuşulması gereken bir şey değil."

Gözlerim dudaklarına kaydı, o kadar kusursuz ve etkileyiciydi ki büyülendiğimi hissettim. Bakışlarımı gözlerine diktim, hafifçe kısık ve baştan çıkarıcıydı.

Edim, günahkâr bir ifadeyle sırıtarak, "Bayılmayacaksın, öyle değil mi, Küçük Avcı?" diye sorunca, etkilenmiş halimle alay ettiğini anlamakta gecikmedim. Dudaklarını boğazımın altındaki boşluğa bastırdı. "Bana böyle bakmaya devam edersen..." Gözlerinde çılgın alevler vardı. "...seni hemen alırım."

İç geçirmemek için kendimi zor tutarken, "Hayır," diye mırıldandım usulca. Tek kaşını kaldırıp, "Seni almama mı hayır, bayılmamana mı hayır?" diye sorunca, onun da bildiği şeyi söyleyerek, "Bayılmayacağım," diye açıkladım.

Edim, gözlerini beklenti içine girmiş vücudumda gezdirdi, elini ayak bileğimden başlayıp çıplak bacağımdan yukarı doğru çıkardı. Dokunuşları büyüleyiciydi, bütünleyiciydi, dokundukça her parçam onunla birleşiyordu, eli bacaklarımın arasındaki kaygan açıklığa ulaştığında düşüncelerimi toplu tutmakta zorlanıyordum. "O zaman seni tamamen almak için devam etmeme izin var mı?"

Onun parmaklarının ucundan ayın döngüleri sarkıyordu, bedenime dokundukça ayın dönümleri tenime yağıyor ve bedenim sihre dönüşüyordu. Edim'in evinden giderken kendimi, kendi masalından kovulan bir karakter gibi hissederken, şimdi aynı masalın içine görkemle dönen aynı karakter gibi hissediyordum.

O an, kelimelerin en güzelini ona söyleyebilmeyi çok isterdim ama gözleri yukarda olan bir uçurum gibiydi, aşağıdan oraya çekiliyor o karanlığa hapsoluyordum ve mürekkep rengi kelimeler, karanlığa katılıp beni tek tek bırakıyorlardı. Tüm kelimeler beni bıraksa bile adı beni bırakmadı, "Edim," diyebildim saniyeler sonra. Bana vereceğim cevabı bilen bir soru sormuştu, beni alıp kendine katmak istiyordu. "Beni al."

İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)Where stories live. Discover now