BÖLÜM 4|IZDIRAP

106 14 2
                                    

Erkekler lavabosunda son bir kez kravatımı düzeltip ellerimi mermere dayadım. Geçen gün yaşanılan olaydan sonra Jeon ile bir kez bile yüz yüze gelmemiştik. Onun rahatsız olacağı şeyleri yapsam bile o görmezlikten gelip beni her seferinde es geçmişti.

Boynuma taktığım basit görünümlü kolye ile lavabodan çıkarken o kolyeyi sertçe koparan parmakları hissetmemle rahatsızca geriledim. Bu Jungkook'un çetesindeki siyah saçlı, ciddi görünümlü tiplerden biri değil miydi?

Elindeki kolyeme korkak bakışlar atıp masumca suratında gezdirdim gözlerimi. Bana öldürecek gibi bakıyordu. Neydi bu nefret bilmek istedim. Karşımdaki heykel gibi dikilen beden, neydi kolyemi parçalarcasına tutmasını sağlayan?

"Buyur?"

Korkmadığımı belirtmek amacıyla karşısında sertçe durmaya çalışsam da o buna bir sırıtışla karşılık verdi.

"Sen şu Jeongin'in üvey kardeşisin değil mi?"

Herkesin beni o züppe sayesinde tanıması sinirlerimi bozuyordu. Anlamsızca çatılan kaşlarımı serbest bırakıp soru sorarcasına yüzüne baktım. "Onu nereden tanıyorsun sen?" Kulağıma eğildi ve fısıldadığı cümleyle kaskatı kesildim.

"Tatlı çocuk.. Bu okulda olduğun sürece bizim istediğimiz her şeyi bildiğimizi unutmamalısın."

Kastettiği şeyin aklımdan geçenler ile uyuşmaması için bildiğim bütün duaları okudum. Kendinden emin bir şekilde bana baktığını görebiliyordum. Yavaşça gözlerini köprücük kemiğime götürdü sonra. Bu yutkunmama sebep olmuştu. Gitmemem için kollarını belime sıkıca bağladı. Rahatsız hissediyordum; Hem fiziksel hem de ruhsal anlamdaydı bu acı. 'İçimdeki' yüzünden kollarının verdiği acıya daha fazla dayanamayıp, sadece "bırak" desem de işe yaramıştı.

Genç efendi Jeon, arkadaşlarını kendine benzetmeye çalışıyordu galiba. Onları tanımıyordum ama okulun klasik zorbalarından olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti.

Sıkıldığını belli eden oflamasıyla, omuzlarımı tutup beni kendine çevirdiğinde bu ani hareketiyle afallamıştım. Boş bakışlarıyla konuşmaya başladı.

"Neyse ne. Jungkook seni çağırıyor."

"Gelmeyeceğim. Uğraşacak başka birini bulun."

Bunu beklememiş olacak ki birden yüzü ciddileşmişti. Ne sanıyordu ki? Pısırık ve ezik olduğumu mu?

"Senden kimse izin istemedi gerizekalı. Gelmezsen seni bütün okulun önünde ben döverim." Bu umrumda bile değildi. Dediğim dedik bir insandım ve ne yaparsa yapsın uğraşmak istemiyordum. Sonrasında sunduğum yarım gülümsemeyle daha fazla yaklaştım. "Yapabilirsin. Bu bana zevk verir."

Ne yapacağını şaşırmış gibiydi. Bu hareketi benden beklemediğini biliyordum. Sanki bakirliğini almışım gibi davranıyordu.

Omzundan sertçe ittiğimde sırtı duvara yapışmıştı. Anlık şoku geçmiş ve bana ayak uydurmaya başlamıştı.
Karşımda tek bacağını, yaslandığı beyaz duvara bükerek kasıklarını okşuyordu.

Asıl oyunu ben oynayacaktım.

Bu yüzden hiçbir endişe duymadan iyice yaklaştım. Parmak uçlarımla köprücük kemiğini okşadım. Öyle odaklanmıştım ki, bir an dalıp gittiğimi sandım. Daha sonra kendime gelerek yüzüne baktım.

"Oyun oynayalım mı?"
Cevap olarak sinsi bir gülümseme sunmuştu. Bunu evet olarak kabul etmeliydim sanırım. Her ne kadar onun onayını isteyen olmasa da.

Kafasını yana yatırdığı sırada beyaz teni odak noktam olmuştu. Henüz hiçbir leke bulaşmamış şövale kağıdı gibi ressamını bekliyordu. Ben ise bu görevi layıkıyla yerine getirecektim. Paletimde sadece mor renk olacaktı. Sonrasında, çizdiğim mor desenleri kırmızıyla tamamlayacaktım.

King's Favorite | TaekookWhere stories live. Discover now