7. bölüm

519 57 4
                                    

Ansızın bir el kolumu sımsıkı kavradı, duyduğum acı ve korkudan neredeyse haykıracaktım. Karanlıkta yüzü öyle yakınımdaydı ki bir maskeye benzemişti, birden parlayan bembeyaz dişlerini görüyordum, ay ışığının solgun yansısında gözbebeklerini görüyordum, iki kocaman kedi gözü gibi parlıyorlardı. Artık konuşmuyor, çığlık çığlığa bir öfkenin pençesinde haykırıyordu:

"Siz, yabancı; burada şezlonga uzanmış yatan, dünyayı gezen yabancı; bir insanın ölmesinin ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bedenin bükülmesini, moraran tırnakların boşluğa saplanışını, gırtlaktan gelen hırıltıları, her uzvun mücadelesini, dehşet verici sona karşı direnen parmakları, gözlerin anlatılmaz bir dehşetle açılmasını gördünüz mü, böyle bir şeye tanık oldunuz mu, böyle bir şey yaşadınız mı, siz avare adam; bir görevden söz edercesine yardımdan söz eden siz dünya gezgini? Doktor olarak sık sık gördüm böyle şeyler, birer vaka olarak gördüm... bir olgu olarak... adeta inceledim bunları... ama bir kez yaşadım bunu, biriyle birlikte yaşadım, bir kez biriyle birlikte öldüm o gece... Akıp duran kanı durdurmak için bir şey bulmak, bir şey yaratmak, gözümün önünde ateşler içinde yanan o bedenin ateşini almak için... gitgide yaklaşan ve o yatağın uzağında tutamadığım ölüme karşı bir şey bulabilmek için oturup kafamı patlatırcasına düşündüğüm o korkunç gece... doktor olmanın, bütün hastalıkların çaresini bilmenin –sizin bilgece ifade ettiğiniz gibi, yardım etmek görevini üstlenmenin– ama yine de ölen birinin başında çaresizce oturmanın, olacakları bilmenin ama yine de elinden bir şey gelmemenin ne demek olduğunu bilir misiniz? Bedeninizdeki bütün damarları parçalasanız da yardım edemeyeceğinizi, bu korkunç gerçeği bilirsiniz bir tek... sevdiğiniz bir bedeni görmek, acıların pençesinde kıvranan, çaresizce kanayan bir bedeni ve bir coşan bir duran, parmaklarınızın altından kayıp giden bir nabzı dinlemek... doktor olmak ve yine de hiçbir şey bilememek, hiçbir şey, hiçbir şey... yalnızca orada oturup, kiliselerde dua eden yaşlı kadınlar gibi dua etmek, sonra varolmadığını bildiğiniz acınası bir tanrıya yumruklarınızı sıkmak; bunu anlıyor musunuz? Anlıyor musunuz? Bir tek... bir tek şeyi aklım almıyor... nasıl oluyor da insan böyle anlarda yanındakiyle birlikte ölmüyor... nasıl oluyor da insan ertesi sabah uykudan uyanıyor, dişlerini fırçalıyor, kravatını takıyor... benim hissettiklerimi yaşayan biri nasıl oluyor da yaşamaya devam edebiliyor, onun soluğu, uğruna mücadele ettiğim, ruhumun bütün gücüyle elimde tutmak istediğim o ilk insan nasıl da elimden uçup gitti... nereye bilmem ama gitgide hızlanarak gitti, bense o hasta zihnimde bu insanı, bu tek kişiyi alıkoyabilmek için hiçbir şey bulamadım...

"Üstüne üstlük, çektiğim işkenceyi iki katına çıkartan bir başka şey vardı... Onun başucunda otururken –acıları hafiflesin diye ona morfin vermiştim, öylece yatıyordu, yanakları alev alev, hem sıcak hem solgundu– evet... orada öylece otururken, bakışlarında korkunç bir gerilim ifadesi olan bir çift gözün arkamdan üzerime dikildiğini hissettim... Çocuk yere oturmuş alçak sesle dua ediyordu... Bakışlarımız karşılaştığında o... yo, bunu anlatmam çok güç... köpeksi bakışlarına öyle bir yalvarış, öyle bir minnet ifadesi geliyordu ki... bir yandan da kadını kurtarmam için bana yalvarırcasına ellerini havaya kaldırıyordu... anlıyor musunuz, ellerini uzatıyordu bana, bana, bir Tanrıya uzatır gibi... bana... bu iktidarsız zavallıya... her şeyin bittiğini... yerde koşuşturan bir karınca kadar işe yaramaz olduğunu bilen bu adama... Ah nasıl da işkence ediyordu bana onun bakışları, benim mesleğime beslediği bu fanatik, içgüdüsel umut... öyle dokunuyordu ki bana onun bu hali, neredeyse bağıracak, tekmeleyecektim... ancak, kadına duyduğumuz sevginin... gizin... bizi birleştirdiğini seziyordum... Tam arkamda oturuyordu o sinmiş hayvan, o kaygı topağı... bir şey istemeyegöreyim, hemen çıplak ayaklarının üzerinde sessizce doğruluyor, elleri titreyerek uzatıyordu bana istediğim şeyi... umutla uzatıyordu, sanki yardım edebilecekmiş, verdiği şey kadının kurtuluşu olacakmış gibi... Biliyorum, kadına yardım edebilmek için bileklerini bile keserdi... işte böyle biriydi o kadın, insanları bu kadar etkileyebiliyordu... bense... bense bir damla kanı kurtaracak güce bile sahip değildim... Ah o gece, o korkunç gece, yaşamla ölüm arasında geçen o bitmez gece!

Amok KoşucusuWo Geschichten leben. Entdecke jetzt