-8-

2.4K 298 205
                                    

Bu ve sonrasındaki bölüm önemli, umarım keyif alarak okursunuz.

BÖLÜM 8

Bella tahmin ettiği gibi haberleri hiç de iyi karşılamamıştı.

Genç tanrıçaya, gerçek olmaktan sadece birkaç delili eksik teorisinden bahsettiği anda, Bella'nın gözleri iki parlak alev topuna dönüşmüş ve üstünden gri, hatta neredeyse siyaha çalan dumanlar yükselmeye başlamıştı. Kadın küfretmemiş, sesini dahi çıkartmamıştı. Zeus'un yakalayabildiği tek şey, yüzünde beliren ifade olmuştu.

Meleklerin bile kıskanacağı kadar kusursuz yüzüne yerleşen ölümcül ifade, en cesur askerin bile altına sıçmasına sebep olacak kadar ölümcüldü. Ve Zeus bunu nedense kadının bağırıp çağırmasından çok daha ürkütücü bulmuştu.

Mısır panteonun Baş Tanrısı Ra bile, o anda eşine nasıl yaklaşması gerektiğini kestirememişti, sanki ilk yanlış hareketinde Bella onu bile küle çevirmeye niyetliymiş gibi durmuştu. Fakat sonra, her ne olduysa Bella'nın yüzündeki ifade yavaşça ateşini yitirmiş ve parlak gözleri bu sefer akmamış yaşlarla ışıldamaya başladığında, tanrıça tek kelime etmeden yanlarından ayrılıp geceye karışmıştı.

Bu olayların hepsi dün yaşanmıştı. Ra eşini rahatlatmak üzere peşinden gittikten sonra orada kalmanın daha fazla bir anlamı olmayacağından, evine yani Olimpos'a geri dönmüş ve geceyi yüksek tavanındaki kabartmalı desenleri izleyerek geçirmişti.

Aklı tacirlerden veya Seth'den ziyade sürekli Slyvia'daydı. Şu anda durumu nasıldı? Korkuyor muydu? Aç mıydı? Ona iyi bakılıyor muydu? Kafasında yankılanan her bir soru cevapsızdı, kadının telefonundaki o tatlı, masum görüntüsü Zeus'un canını sıkıyordu.

Slyvia, Bella'dan öğrendiği ve kendisinin de araştırdığı kadarıyla, hayat dolu, cana yakın ve sevgi dolu bir insandı. Bir zalimin elinde acı çektiğini düşünüyor olmak Zeus'u huzursuz ediyordu. Kendisi kocaman yatağında, saten örtülerin üzerinde uzanırken Slyvia dışarıda bir yerlerde ölüyor bile olabilirdi. Seth'in ona nasıl davrandığını hayal edebilmek zor değildi ve en kötüsünü düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.

Bu faninin hayatı neden bir anda onu bu kadar etkilemeye başlamıştı bilmiyordu fakat aklını ondan uzak tutamıyordu. Onu çözülmesi gereken bir bilmecenin parçası olarak gördüğü halde, zihnini haddinden fazla işgal ediyor, onu adeta boğuyordu. Her geçen saat tanrının hissettiği rahatsızlığı arttırıyordu ve bundan nefret etmişti.

Uykusundan onu mahrum edecek kadar düşüncelerinde yer edinmesi Zeus'un alışık olduğu bir şey değildi. Kadına karşı tuhaf bir şekilde kendini sorumlu hissediyordu ve kayıp giden her bir dakikayla birlikte, ihtiyacı varmış gibi vicdanı kendini hatırlatmaya başlamıştı.

Ve şimdi ayakları onu buraya, Slyvia'nın amcasının dükkânına getirmişti.

Buraya açıkçası ortadaki gizemi aydınlatmak için mi yoksa sırf kadın ile ilgili daha fazla bilgi almak için mi geldiğini bilmiyordu. Çizgi iyice bulanık bir hal almaya başlamıştı, ayırt edemiyordu. Sadece öğrenmek için açlık duyan yanının çenesini bir süreliğine kapatmak istiyordu, zihninin en azından birkaç saat de olsa sessiz kalmasına ihtiyacı vardı.

Zeus kararlı adımlarla fazla büyük durmayan, tek katlı kafenin içine girdi. Saat henüz öğlen bile olmamıştı, dolayısıyla kafenin içinde bir avuç insan var ya da yoktu. Zeus gözüne kestirdiği ilk masaya yerleşirken, canlı renklerle dizayn edilmiş etrafı süzdü. Kafe tamamen genç yaş kitlesine hitap edilecek şekilde tasarlanmıştı. Dört duvardan ikisi anime karakterlerinin resimleriyle dolup taşarken, kalan diğer iki duvar ise yumuşak, pastel renginde bir yeşile boyanmıştı. Tavandan sarkan renkli süslemeler ve parlak ışıklar gözü biraz yorsa da, Zeus'un hoşuna gitmişti. Genellikle gitmeyi tercih etmeyeceği yerlerin en başında yer almasına karşın farklılıktan rahatsız olmamıştı.

Olimpos'taki AnahtarWhere stories live. Discover now