24 - Vierentwintig

1.7K 169 54
                                    

Boylu boyunca uzanıyordu Manolya sokağının asfalt zemininde. Yüzünü kaplayan kızıl sıvı kuruyup, kahveye dönük bir renk almış; kaşındaki ve dudağındaki yaralar kabuk bağlamıştı. Saatler geçmişti. Okula gitmek için bu sokağı kullanan öğrenciler Kıvanç'ı bu halde görünce ambulans çağırmışlardı.

Kuzey... O da aynı durumdaydı. Park oldukça serindi; gece bir hayli soğuk olmuştu. Gece uyuyakaldığı için sabaha parkta uyanmıştı. Ciğerlerinde tarifsiz bir ağrı vardı. Vücuduna aldığı soğuk ciğerlerini üşütmesine sebep olmuş, ateşini yükseltmişti. Okula gitmek için kimse bu yolu kullanmıyordu; kimse ona Kıvanç'a yardım edildiği gibi yardım etmemişti.

Titreyen vücudu ve kurumuş dudakları yüzünden telefonunu eline alırken güçlük çekti. Annesinden yirmi cevapsız çağrı vardı. O kadar kötüydü ki, Kıvanç aklına gelmemişti bile. Başı zonkluyor, vücudu ateşler içinde yanıyordu. Annesini arayıp, telefonu kulağına götürdü. "Kuzey neredesin sen?!"

"A-Anne." Çok şiddetli bir şekilde öksürdü. "Çok kötüyüm. Ne olur beni eve götür anne." Biricik oğlunun sesinin bu denli kötü gelmesi yüzünden kalbine bir hançer saplandığını hissetti Pelin Hanım. "Tamam oğlum, konum at ve beni bekle. Geliyorum." İşe gitmek üzere arabasına binmişti ancak arabayı işyerine değil, okula sürdü. Oğlunu bir an önce sağ salim eve getirmesi gerekiyordu.

Arabayı park ettikten sonra hızla indi ve ağaçların olduğu tarafa koşmaya başladı. Ayağında topuklu ayakkabılar olması ve canının acıması umurunda değildi; biricik oğlunu sağ salim eve götürmesi her şeyden önemliydi. Oğlunu bir ağaca yaslanmış, titreyerek otururken buldu. "Oğlum!" Onu kolları arasına alıp, sıkı sıkı sarıldı. "Ne oldu oğlum sana?"

"Ç-Çok üşüyorum anne. N'olur eve gidelim." Pelin Hanım refleks olarak elini oğlunun alnına götürdü. "Aman Ya Rabbi!" dedi korkuyla. "Yanıyorsun Kuzey! Kalk hastaneye gidiyoruz!" Güçlükle de olsa oğlunu ayaklandırdı ve arabaya götürdü. Onu ilçenin en iyi hastanesine götürecekti. 

*

"Oğlumun nesi var doktor bey?"

"Çok soğuk almış, ciğerleri iltihap toplamış. Serum veriyoruz, birkaç saate toparlanır. Ondan sonra bir hafta boyunca evde istirahat etmesi gerekiyor. Geçmiş olsun." Müşahede odasını terk eden kır saçlı doktorun arkasından bakakaldı Pelin Hanım. Neler olmuştu böyle? Kuzey neden geceyi parkta geçirmişti? Oğlu ne kadar deli dolu da olsa böyle bir şey yapacak kadar aklını kaçırmamıştı; bu duruma mutlaka bir açıklık getirmesi gerekiyordu.

Aradan birkaç saat geçtikten sonra Kuzey toparlanmış ve sakinleşmişti. Doktorlar ateşini düşürmeyi başarmışlar, titremesini durdurmuşlardı. Pelin Hanım, oğlunun yattığı sedyenin yanına bir sandalye çekti ve onun saçlarını okşamaya başladı. "Benim güzel oğlum, senin için o kadar endişelendim ki... Neden eve gelmedin, gece sokakta yattın?"

Olanlar bir film şeridi gibi Kuzey'in gözlerinin önünden geçti. Torbaya kendi yaptığı kek ve kurabiyeleri koyup, mutlu mutlu parka gitmesi... Kıvanç gelmeyince ağlaması ve parkta uyuya kalması. "Anne telefonumu ver!" dedi hızla. 

"Dur oğlum, serumun bitmedi daha." Oğlunu omuzlarından tutup, yatağa geri yatırdı Pelin Hanım. "Neler olduğunu anlatacak mısın?"

"Kıvanç gelmedi anne." Gözlerinden usul usul akmaya başlayan yaşlar yüzünden görüşü bulanıklaştı yeşil gözlü çocuğun. "İlla ki gelir diye bekledim, saatlerce bekledim. En son ağlarken uyuyakalmışım. Ona ulaşamıyorum anne, ne olur telefonumu ver bir arayayım." Bu kadar çok mu seviyordu onu? Geceyi soğuk sokaklarda geçirecek kadar... "Onu bu kadar çok mu seviyorsun Kuzey? Ya da ona bu kadar çok mu güveniyorsun?"

Kuzey'in döktüğü gözyaşları, bu sefer hıçkırıklarına karıştı. "Çok seviyorum anne," dedi gözyaşlarını iğne takılmamış eliyle silip. "Canım yanıyor. Ne olur bırak arayayım." Pelin Hanım oğlunu kırmak istemedi. Onun ne hissettiğini çok iyi anlıyordu; gençliğinde o da Arda Bey'i bu kadar çok sevmişti.

Sedyenin ucuna bıraktığı mavi montun cebinden telefonu çıkarıp oğluna verdi. "Ben kapının önünde olacağım, sen rahat rahat konuş. Beş dakika sonra gelirim yanına." Annesi odadan çıkar çıkmaz Kıvanç'ı aradı ve telefonu kulağına götürdü. Bekledi, bekledi, bekledi... Cevap yoktu. Kalbine saplanan keskin acıyı umursamadı ve en yakın arkadaşı Efe'yi aradı. Hiç olmazsa Efe Kıvanç'ın okulda olup olmadığını öğrenebilirdi. Efe ise Kuzey'in aradığını görünce şaşırmıştı. Çünkü bilirdi ki Kuzey telefonla konuşmaktan nefret eder, tüm iletişimini yazışarak kurardı. Eğer bir arama geliyorsa bu kesinlikle acil bir durumdu.

"Kanka neredesin lan? Hem okulda yoksun, üstüne de arıyorsun. Kesin bir boklar oldu amına koyayım."

"Kıvanç okulda mı?"

"Oha, sesine ne old-"

"Kıvanç okulda mı Efe?"

Efe bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. "Bekle, sınıfına bakıp yazacağım sana." Bir an önce Kuzey'le konuşmalı ve nelerin olup bittiğini anlamalıydı.

*

"Çocuğu bir an önce ayıltın Demet. Üstünden kimlik bile çıkmadı; tedavisini yaptığımızı başhekim duyarsa kıyameti kopartır. Çocuk ayılsın ve bir an önce ailesi gelip kaydını yapsın." Asistan Demet Hanım, doktor Hakan Bey'in doğru söylediğini biliyordu. Hakan Bey Kıvanç'ın bu haline dayanamayıp onun yaralarını temizlemişti, ancak kendisi de bir an önce kaydının yapılması gerektiğinin farkındaydı.

Demet Hanım sedyede yatan çocuğu basit bir yöntemle uyandırmayı denedi: Eline biraz kolonya sürüp Kıvanç'a koklattı. Keskin koku yüzünden uyanan çocuk, hızla öksürmeye başladı. Karşısında kahverengi saçlı, genç bir kız görmeyi beklemiyordu. "Neredeyim ben?"

"Sabah seni sokakta yaralı halde bulmuşlar. Ambulansla buraya getirildin. Yaralarını temizledik merak etme. Yalnız bir an önce aileni araman lazım, üstünden kimlik çıkmadı. Hakan Hoca muayeneyi kayıt açtırmadan yaptı. Kimse duymadan bunu halletmemiz lazım."

Kıvanç refleksle elini ceplerine attı; telefonu yoktu. Şerefsiz herif, telefonunu da çalmış olmalıydı. "Telefonum çalındı. Sizinkini kullanabilir miyim?" Demet Hanım'ın bunu yapması da yasaktı, ancak Kıvanç'ın ne kadar zor bir durumda olduğunu görünce telefonunu ona vermekten geri durmadı. "Bunu yapmam yasak, o yüzden uzun süre telefonla konuşamazsın. Bir iki dakika içinde geleceğim." 

Annesi veya babası umurunda değildi; aradığı ilk kişi Kuzey olmuştu. Kim bilir ne hale gelmişti minik sincabı... "Güzelim. Nasılsın?"

"K-Kıvanç?"

"Evet, benim."

"Dün neden gelmedin?!" Bir anda öfkeyle bağırmaya ve hıçkırarak ağlamaya başladı Kuzey. "Neden gelmedin Kıvanç?!"

"İnan, hepsini açıklayacağım Kuzey. Ne olur bana kızma. Çok vaktim yok. Kendi telefonum yok ve şu an hemşirenin telefonundan konuşuyorum. Seni sonra arayacağım." Kuzey'in cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapattı ve babasının numarasını tuşladı sarışın çocuk. Olanları nasıl açıklayacağını bile bilemeden, mecburiyetten...

----------

Bölümün bok gibi olduğunu hissediyorum...

Biraz kaos time

cennetin çayırları (texting) | bxbDonde viven las historias. Descúbrelo ahora