BÖLÜM DOKUZ: DARBE

712 105 182
                                    




Küçük Bir Duyuru:

Bu bölümden itibaren sizinle paylaşacağım bütün bölümlere sınır koymaya karar verdim. Sınır geçilmediği takdirde burada hiçbir paylaşımda bulunmayacağımdan emin olabilirsiz.

Sınırımız: 50 yorum ve 50 beğenidir








BÖLÜM DOKUZ: DARBE

Unions – Bury





Partiden otuz dört gün önce

20 Eylül Perşembe, 18:50

Duvardaki saate gözümü kısarak baktım. Saat, 18:50. Bu, akşam yemeğinden önce eve gitmek için sadece bir saat on dakikam olduğu anlamına geliyordu. Sorun şuydu ki, Buğlem'in bilgisayar korsanı olduğunu iddia ettiği arkadaşının evine geldiğimizden bu yana otuz dakikadan fazla geçmişti ve biz hâlâ bilgisayara bağlı telefonun dosyasının şifresinin çözülmesini bekliyorduk. Çözülmesi bu kadar zor olan bir şifrenin ne olduğunu düşünmeden edemiyordum.

Buğlem hemen karşımdaki koltukta oturmuş, kolçağın tepesinden aşağıya bacaklarını sarkıtıyordu. On dakika önce bilgisayar masasının en üst rafından eline aldığı rubik küpünü çevirip döndürerek aralıklarla arkadaşına bakıyordu. Buğlem gibi ben de beklemekten ölesiye sıkılmıştım ama henüz tanıdığım arkadaşının evinde onun kadar rahat olamıyordum.

"Kaç saat oldu hâlâ bir parolayı çözemedin," diye mırıldandı Buğlem, bu sırada rubik küpün yeşil renklerini bir araya getirmekle uğraşıyordu. "Aya'ya senin bir bilgisayar korsanı olduğunu söylemiştim. Ama şimdi bunu söylediğim için beni yalancı çıkartacakmışsın gibi görünüyor. Şifreyi çözebileceğinden emin misin?" Gözlerini birkaç saniyeliğine arkadaşına çevirdi.

"Abartma istersen. Siz geleli daha bir saat bile olmadı," diye cevap verdi bir kolunu bilgisayar koltuğunun tepesinden aşağı sarkıtan Onur. "Basit bir dille anlatmam gerekirse, normal bir dosyanın şifresini bulmak biraz zaman alır, ancak bu kolaydır. Burada takıldığım temel sorun, böyle bir koruma programı ile şifrelenmiş bir dosyayı açmaya çalışmaya çalışıyor olmam. İki kat zor. Yani iki kat fazla zaman."

"Anladık. Tamam. Tahmini daha kaç saat sürecek?" Elindeki rubik küpü o kadar agresif ve sinirli bir şekilde çeviriyordu ki sanki küpün vidaları bu baskıya artık dayanamayacak, en sonunda kırılıp parçalara ayrılacak gibiydi. Gülmemeye çalışarak onu izlemeye devam ettim.

"En az yirmi dakikaya daha ihtiyacım var," diye yanıtladı, bu da akşam yemeğine geç kalacağım anlamına geliyordu. Yemek saatlerinde masada hep birlikte olmamızı isteyen babamın bundan hiç hoşlanmayacağını tahmin edebiliyordum.

"Anlaşılan yirmi dakika daha buradayız. Yalnız ben beklemekten çok sıkıldım." Bunalmış bir halde küpü havaya kaldırıp, "Bu da hiç sarmadı," dedi.

"Yapamayacağın şeyi neden bozarsın ki?" Elini küpe doğru uzatan Onur'a baktım. "Küpü gönder."

Buğlem küpü Onur'a verme konusunda isteksizdi ama yine de küpü dört adım uzaklıktaki arkadaşına attı. Onur küpü havada yakaladı ve birkaç saniye içinde rubik küpün üzerindeki aynı renkleri birbirine göre konumlandırıp küpü rafa koyduğunda, en başta Buğlem'in neden bu kadar isteksiz davrandığını anlamamı sağladı. "Bu kadar hızlı olmak için çok çalışmış olmalısın," diye yorumumu bildirdim şaşkınlıktan açılan ağzımı kapattıktan sonra.

Aya (ASKIDA)Where stories live. Discover now