21. BÖLÜM: "HASTANE KOKUSU"

10 5 0
                                    


Piyonun ritmi hâlâ kulaklarımdaydı.

Bana acı vermek istercesine beni bu ana yönlendirmişlerdi. Geçmişin kirli kokusunda da o ses vardı. Geleceğin pusulasında piyanonun bütün tınıları vardı. Ses şimdi her yere kendi ritmini fısıldıyordu. Fısıltılar çığlığa dönüşüyordu ve bizim gözlerimiz birbirine değmeden kaçıp gidiyordu.

Bakışlarım yerdeki kumlara odaklanmıştı.

Sanki her şey oradaydı. Kuma batıp çıkan ayaklarımızın ritmi bana huzurlu bir sesi andırıyordu. O kumdaki izler belki denizdeki dalgalarla yok olacaktı ama sorun değildi. Bir zamanlar orada o izlerin olduğunu bizden başka kimse bilmeyecekti.

"Piyano çalıyor musun?" dediğimde konunun tamamen bu sorumdan uzak olduğunu biliyordum.

Dudaklarına bakmamaya dikkat etmeye çalışıyordum. Belki on dakika önce dudaklarımda olan o dudaklar; şimdi düşüncelerime hızla girip yönümü şaşırmama neden olabilirdi. Bakışları bana döndüğünde birçok ifade gördüm ama en önemlisi yüzüne yayılan ifadesizliğiydi.

Sanki deniz de başka bir adamı öpmüştüm de Rüzgâr sonradan yanıma gelmiş gibiydi. Aslında böyle yapması daha da iyiydi çünkü algımı böylece daha da Rüzgâr'a odaklayabiliyordum. "Küçükken ama şimdi çalmıyorum." dedi sakince. Aklından neden bu soruyu sorduğuma dair düşüncelerin geçtiğinden adım kadar emindim.

Anne rahminden çıkmaya başlayan yeni doğan gibi gökyüzünden çıkmaya başlayan Güneş, Rüzgâr'ın yüzüne yandan bir ışık veriyordu. Güzel portresi bana şu an için verilebilecek en güzel yüzdü.

Bir armağandı ama kutuda başka şeyler de vardı ve açıp baktığım da canımı yakacak şeylerin olmamasını istiyordum. Bu yüzden özenle gözlerimi yüzünden çekebilmiştim.

"Neden bıraktın ki?" Diye sorduğumda ben sakindim ama sanki Rüzgâr'ın tehlikeli bir yanına dokunduğumu yüz ifadesindeki değişimden anlamıştım. Uygun kelimeler seçiyormuş gibi görünüyordu.

"Annem istemişti zaten. Ben de o gidince bıraktım." Bana açıklama yapmasının ardından adımlarını daha da hızlandırdı. Küçük Rüzgâr denizin içinden bana acıyla baktı. Nedense bu hâlini kafamda çok kuruyordum ama çocukluğuna dair bir resim bile görmemiştim.

Bir de annesini ne kadar sevdiği geldi aklımın kıyılarına. O gün çerçevede gülerek bakan kadın ile şimdi karşımda duran adam arasına dağlar kadar fark vardı sanki. Yine de Rüzgâr'ın en değerlisiydi ve saygım sonsuzdu. O yüzden ben de ağzıma kilit vurarak sessizliği tercih ettim.

Hiçbir küçük çocuk bunu hak etmezdi. Ölüm olgun insan için bile felaket olurken küçük bir çocuk için ne denilebilirdi ki?

Bir ürpertti vücudumda kol gezdi. "Üşüdün mü?" derken asfalt yola gelmiştik. Başımı iki yana salladım ve ıslak saçlarıma baktım. Aslında çok üşümeye başlamıştım ama belli etmiyordum. Biraz daha hızlı adımlarla yürümeye başlarken, havada uçuşan kuşlar da bize eşlik etmeye başlamıştı.

Etrafta herhangi bir insanın izi yoktu. Belki birkaç saat sonra şu an geçtiğimiz yoldan arabalar geçecek, az önceki adımlarımızı bıraktığımız kumdan insanlar denize doğru yürüyecekti. O ara elimde tuttuğum ayakkabıları hızla ayağıma geçirdim.

Rüzgârda beni sakince bekledi ve yeniden aynı ritimde yürümeye başladık. Sitedeki insanlardan önce çim sulama aletleri uyanmıştı ve denizin kokusuna bir de çimin kokusu ekleniyordu.

Yanında şu an nasıl davranmam gerektiğini tam anlayamamıştım. Sanki babasının yanında utançla yürüyen o küçük çocuktum. Biraz sonra bana neden şeker almadığını sorup ağlayacak gibiydim.

KIYIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin