12-Korku ve Öfke

Start from the beginning
                                    

Hem kararlıydım, Doruk ile Ekim'in aralarını düzeltmek için elimden geleni yapacaktım. Bu yüzden Doruk'un Ekim ile olan arkadaşlığımdan haberdar olmaması benim için daha iyiydi. Hepsinden öte Doruk dün gözlerimin içine bakıp 'bana iyi geliyorsun' demişti. Gerçekten onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum.

Ana salondan çıkıp koridora girdiğimde arkamdaki ayak sesleriyle durakladım. Ciddi ciddi peşimden geliyordu.

"Beni takip mi ediyorsun?" dedim düz bir sesle. Bir şey olmamış gibi yürümeye devam etmiştim.

"Bir şeye ihtiyacın olur belki diye" dediğinde adımlarını sıklaştırıp yanımda yürümeye başladı. Sesinde en ufak bir iğneleme yoktu.

"Teşekkür ederim ama Doruk'un bizi görmesi hoş olmaz. Sinirlenmesi için seni görmesi yeterli. Seninle konuştuğum için bana da kızabilir. E o zaman barışmanız için sana yardım edemem, değil mi?"

O kadar hızlı konuşmuştum ki nefessiz kalmıştım. Ekim'in yüzünde çok ama çok kısa bir an şefkat dolu bir ifade belirdi ama az önce olduğu gibi anında kayboldu.

Cevap vermeyip yanımda yürümeye devam edince ben de pes edip nefesimi dışarı verdim.

"O zaman bana kahvaltı hazırla" dediğimde anlamamış gibi bana baktı.

"Kahvaltı diyorum. Malum bacağımdaki yanıklar hala acıyor. Bir de çay demlersen süper olur. Dün kendimi yaktıktan sonra bir süre çaydanlığa elimi sürmek istemiyorum. Ama çaysız da kahvaltı yapamam. Yani çay demle lütfen. Demler misin? Demlersin değil mi?"

Üst üste kurduğum cümleler onu daha fazla allak bullak etmişti. İfadesi o kadar komikti ki gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve mutfağın kapısını açıp içeri girdim.

"Sen çay demlerken..." dedim dayatma yapmaya devam ederek. Bir yandan da etrafa göz gezdirip kendime yapacak bir şey arıyordum. "Ben de çöpü dışarı çıkarayım."

İtiraz etmesine izin vermeden onu mutfağa doğru iteledim ve atılmayı bekleyen mavi çöp poşetini alıp dışarı çıktım. Aklımda istatistikler kurarak Doruk'un Ekim ile beni birlikte görme ihtimalini düşürmeye çalışıyordum. Çöpü atarken biraz da oyalansam süper olurdu. Danışmadaki çalışan Doruk'un birazdan geleceğini söylemişti çünkü.

Boks okulunun arkasına çıkan büyük demir kapıyı tüm gücümle ittirerek elimdeki poşeti dışarı çıkardım. Temiz havayı ciğerlerime çekerken enerjimin yerine geldiğini hissetmiştim. Üstüne üstlük dünkü o keskin soğuk gitmiş, yerini ılık bir rüzgara bırakmıştı.

Poşeti sürükleyerek patikadan ilerledim ve çöp tenekesinin yanına geldiğimde durdum. Alt tarafı çöpü atıp gidecektim. Nasıl oyalanabilirdim ki burada?

Bir müddet ayağımı yere vurarak bekledim. Üstüne üstlük üşümeye de başlamıştım. Sonunda dayanamayıp poşeti çöp tenekesine atmak için hamle yaptım.

Sonrasında her şey çok hızlı gelişti.

Bir el sert bir şekilde ağzımı kapatırken poşeti tutan parmaklarım gevşedi ve poşet içindekilerle birlikte yere düştü. Kafamda binlerce senaryo dönerken kafamı çevirip elin sahibine bakmaya çalıştım ama izin vermediği yetmezmiş gibi uzun kolunu belime dolayıp hareket etmeme izin vermedi.

Tam çırpınmaya başlamıştım ki ölüm gibi keskin sesiyle fısıldadı : "ölmek istemiyorsan yürü, gidiyoruz"

Kanımın donduğunu hissetmiştim. Muhtemelen itaat etmemi beklediğinden cevabımı beklemeden beni sürüklemeye başladı. Bir şey yapmam gerekiyordu. Doruk birazdan geri dönecekti. İçeride de Ekim vardı. İlla ki yokluğumu fark edeceklerdi. Belki adamın elinden kurtulamazdım ama onu biraz oyalarsam...

Doruk SinangilWhere stories live. Discover now