Bölüm 57 ☁️ "Televizyon Sesi Gelmiyor."

En başından başla
                                    

  Anahtarı yavaşça avucuma bıraktığında, ben bile kendimi berbat hissetmiştim. En son bu kapıdan bir aile çıkmıştı ve bir daha geri dönmemişlerdi, asla da dönemeyeceklerdi.

Anahtarı deliğe sokup yavaşça çevirdim. Tık sesiyle birlikte kapı aralandı, Balın'ın elini sıkı sıkı tutarak ittirdim kapıyı.

Bizi toz bulutlarıyla birlikte geniş bir hol karşıladı. Karşıda beyaz bir portmanto ve yerde de artık tozdan kahverengileşmiş beyaz bir halı vardı.

Portmantoya takıldı gözlerim. Üç tane ceket asılıydı orada. Biri siyah ve büyük bir ceketti, sanırım... Babasına aitti. Yanında asılı beyaz kot ceket ise annesine ait olmalıydı. Bir de daha küçük bir ceket vardı, kırmızıydı. Balın'a aitti.

  Portmantonun alt kısmına baktığımda, beynimden vurulmuşa döndüm. Minik, mavi bir bebek ayakkabısı koyulmuştu oraya. Toz kaplamıştı üzerini.

Bu görüntü canımı yakarken, Balın'ın da benim baktığım yere baktığını gördüm. Titreyerek evin içine bir adım atacak gibi oldu, duraksadı.

"Ayakkabılarımızı çıkaralım, annem çok kızar." Deyip eğildiğinde 'evin içi çok tozlu,' diyemedim. Eğilip çıkardım ayakkabılarımı.

  İlk o girdi, sonra ben. Balın direkt portmantoya ilerleyip bebek ayakkabısına dokundu. Hıçkırdığını duydum. Elimi bırakıp ayakkabıyı aldı ve öylece yere çöktü.

Kapıyı kapatıp yanına gittim ve çömelip sarıldım. O an elimden başka bir şey gelmiyordu. Balın gibi birine çıkıp da güçlü ol, diyemezdim ki.

"Bunları ona babamla birlikte almıştık," dedi titreyerek. "Bir kere ya giydi ya giymedi... Babam alırken söyleniyordu hatta, 'zaten ayağı bir aya kalmadan buna girmeyecek, niye boşu boşuna alıyoruz?' Diye." Başını omzuma bastırıp hıçkırdı. "Bu ayakkabı Buğra'ya hiç küçük gelmedi."

"Şş, sakin ol. Bu evde bıraktığın daha çok anın var Balın, eğer yüzleşmek istemiyorsan anında çıkar gideriz buradan. Ama biliyorum ki bunu yapmayacaksın. Sen şu evden çıkana kadar ayağa kalk, çıktığımız anda söz veriyorum birlikte düşeceğiz."

Balın başını sallayıp ayağa kalktı ve elindeki ayakkabıları bana uzattı. "Tut bunları, tamam mı? Kaybolmasınlar."

Ayakkabıları alıp elini tekrar sıkı sıkı tuttum.

Gözlerime son kez baktı ve mırıldandı. "İçeriden... Televizyon sesi gelmiyor."

Bir cümle bir insanın canını ne kadar yakabilirse o kadar yanmıştı canım. Bu evi kilitleyip giderken, hayallerinde hala bu evde birilerinin yaşadığını hayal ederek rahatlatmıştı kendini, ya da kandırmıştı. Şimdi ise gerçeklik yüzüne vurdukça hayalleri yıkılıyordu bir bir. Onu buradan çekip götürmemek için zor tutuyordum kendimi.

  Yavaş adımlarla yürüdü holde. Girdiğimiz ilk yer salondu. Duvarlar yeşilin güzel bir tonuna boyanmıştı, koltuklar büyük ve rahat görünüyorlardı. Krem rengi sade koltukları süsleyen tek şey sarı yastıklardı. Genellikle yeşil-sarı-beyaz uyumuyla döşenmişti ve kir-pas içinde olmasına rağmen insanın içini açıyordu. Yine de, fazlasıyla terk edilmiş duruyordu.

  "Babam hep şu koltukta otururdu," parmağıyle televizyonun karşısında duran iki kişilik koltuğu gösterdi. "Televizyon izlemeyi severdi, en nefret ettiği şey kumandasının kaybolmasıydı. Annem de bunun için bir çözüm bulmuştu." Hüzün dolu gülümsemesiyle birlikte koltuğa adımladı ve koltuğun yanına asılmış kumandalığa baktı. Kendini dizginlemek için elini ağzına kapattı ve ağlayarak kumandalığı izledi öylece. Dokunamadım bile. Size yemin ederim, uzanıp dokunamadım.

Eleysa☁️ (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin