50. BÖLÜM: "KUYU TOPRAĞI"

En başından başla
                                    

Merhameti hissettiğimde bir çocuktum, acımasızlığı hissettiğimdeyse merhamet hâlâ benimleydi. Merhametin bir koruyucu olduğunu anladığımda bir küvetin içinde öylece belli bir noktaya bakıyordum, hayatım mahvedilmişti ve elim intikama uzandığında onu tutmak yerine itmiştim. Kimse görmüyor muydu? Merhamet sahibini korumuyor, paramparça etseler dahi onları sahibinden koruyordu.

Elim önümdeki kâğıdın üzerinde kubbe şeklini almaya ve üzerinde onun resmini taşıyan kâğıt parmaklarımın arasında yavaşça kırışmaya başladı.

Soğuğun kokusunu hatırlıyordum. Aydınlığın ve karanlığın gökyüzünde birbirine karıştığı bir başka vakitti, Ediz peşimdeydi. Koşmuyor, ateşler içinde bir ağacın kenarında oturuyordum.

Parmaklarım kapandı, elimde sıkışan kâğıt avucumdan taşıyordu.

"Ben seninle ne yapacağım?"

Neredeyse o gün tenime dokunan rüzgârı arabanın içinde hissedecektim, sesi kulaklarımdaydı. Ediz Çağıran'ın kendisiyle olan savaşı bütün bu yalanların içindeki tek gerçek miydi? Benim için savaşan tek insan beni öldürmek isteyen bir kalbin içine mi gizlenmişti?

Yavaşça yutkundum ve kâğıdı sıkıca kavrayan parmaklarım gevşemeye başladı. Elim tamamen açıldığında üzerine yayılan uzun parmaklarım kâğıdı eski haline getirmişti. Elimi çekerek resme baktığımda gözlerini gördüm; keskin gözlerini saran kirpikleri seyrek ama uzundu. Gözlerindeki insanı rahatsız edebilecek kadar güçlü olan o ifadeyi resmedebilecek kadar ezberlemiştim. Ruhumu görebiliyormuş gibi bakıyordu.

"Ölmeni istemiyorum."

Geçmiş bana kendini göstermeye, sesini duyurmaya çalışıyordu.

Gözlerimi açarak arabanın önünde telefonla konuşan Ediz'e baktım. Esen rüzgâr beyaz gömleğin yakalarından içeri girip dağınık saçlarının arasında dolanıyordu. Kaşları çatıktı ve gerginliği, önüne konulan ve yaklaşılmaması için uyaran bir tabela gibiydi. Dalgın gözlerle onu izledim.

Haberi duyduktan sonra o sokaktan ayrılmadan önce Ediz'e duyacaklarımın verdiği korkuyla ve kırık bir umutla baktığımı hatırlıyorum, anlam veremeyen gözlerle yüzümü incelemişti. Neredeyse can çekişerek ama çenemi de dik tutmayı başararak, "Bunu sen yapmadın değil mi?" diye sormuştum.

Gözlerinde yanan bir ateşle daha önce söylediği cümleyi tekrarlayarak "Seni ateşe atmam," dedi ama kırgınlığın getirdiği çaresiz bir öfkeyle, "Öyle mi?" diye sordum. "Oysa daha yeni senin yaktığın bir ateşten çıktım Ediz."

Ediz gözlerini gözlerimden çekmeyerek, "Bunu yapmayacağımı sen de biliyorsun," dedi.

"Umay," dedim ona aldırmadan. "Onunla konuştun. Onunla ne konuştun?"

"Doğa panik atak geçiriyorsun." Babamın hamlesi onu da sarsmıştı, bunu görebiliyordum ama daha çok dağılıp parçalarıma ayrılmamdan korkuyor gibiydi. "Bak bana." Başımı iki yana sallayarak başka bir yöne baktım. "Bak bana." Çenemi parmaklarının ucuyla yakaladı ve yüzümü yüzüne hizalayıp gözlerimin içine baktı. "Sana böyle bir kötülük yapmam."

"Umay'a numaranı verdin." Zihnim o kadar hızlı çalışıyordu ki bu sadece o hızlı düşüncelerin arasından yakaladığım ihtimallerden biriydi. "Neden ona numaranı verdin? Babama o mu söyledi?"

"Hayır." Hem kendini hem de beni sakin tutmaya çalıştığını görebiliyordum. "Herhangi bir durumda araması ve iş birliği yapması için Kutay'ın numarasını verdim. Seni koruyabilecek, arkanda durabilecek insanları bir araya getiriyordum."

YABANCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin