55. Bölüm "Geldin"

En başından başla
                                    

Artık evde koşturamıyorduk onunla. Beni kızdırıp kaçamıyordu. Kapıdan saklanarak güldüğünü göremiyordum. Kimse beni kucağında taşımıyordu.

Ondan sonra hiçbir sabaha 'Günaydın güzelim' kelimelerinin ardından bir öpücük alarak uyanmamıştım. Ben kahvaltı hazırladığımda sen yoruldun diyerek masayı toplayan bir Toprak'ım yoktu artık.

Bir görseydi ya şu halimi. Ne kadar yorulduğuma bir baksaydı ya. Kalır mıydı hiç? Yanıma gelmeden durur muydu?

Gözümden akan yaşı düşmeden tutan adam, gözümde yaş kalmadığını bilse kalır mıydı beni kolları arasına almadan?

Titrek bir soluk verip çerçeveyi geri yerine bıraktım ve Aden'i kucağıma aldım.
O açlıktan "Meme!" diye haykırarak yakamı yırtmaya çalışırken dağılan saçlarımı yukarıda bir topuz yaptım.

"Gel bakalım anne seni doyursun." diyerek belinden tutup kucağıma yatırdım. Bir kolum başını desteklerken tişörtümün ucunu sıyırıp emzirmeye başladım.

O emerken gözlerim yüzünü tarıyordu. Babasına o kadar benziyordu ki onun yüzüne her baktığımda Toprak'ın suratı geliyordu aklıma. Siyah saçları, kahverengi gözleri, dudakları, burnu bana hep onu hatırlatıyordu.

Karnı doyup oynamaya başladığında göğsümü kapatarak kucağıma oturttum.
"Hadi kalkalım, bugün Pazar. Amcalar, dayılar, dedeler gelecek." dedim her kelimenin sonunu uzatıp sesimi incelterek.
Yanağından öpüp ayağa kalktım. Bir elini tuttum ve mutfağa doğru adımladık.

Yengem benim 9 aylıkken yürümeye başladığımı söylerdi. Kızım da 11. ayında adım atmaya başlamıştı.

Şimdi 15. ayında paytak paytak yürüyordu. Belki babasına da çekmişti. O da belki erken yürümüştü. Ama bunu sorabileceğim kimsem yoktu çevremde. Ne kimsem vardı ne o vardı. Bir kızımız vardı ondan bana kalan bir de anılarımız.

Mutfağa girdiğimde onu mama masasına oturtup kahvaltılık birşeyler hazırlamaya başladım. Canım birşey istemiyordu. Zaten hiç hevesle kahvaltı hazırlamazdım kendime. Bebeğim için yiyordum ne yersem. Sütümün kesilmesini istemiyordum. Kızım için sağlıklı besleniyordum.

Onun olmadığı zamanlarda canım hiçbir şey yemek istemiyordu ki. Hiçbir şey yapmıyordum başlarda. Onsuz ayrılmıştım bu şehirden. Yine onsuz dönmüştüm. Yaşadıklarım sanki bir rüya gibi geliyordu. Bunun rüya olmadığını kanıtlayan en büyük şey ise Toprak'la benim bebeğimizdi. Sevdiğim adamdan taşıdığım bir parçaydı o.

İlk zamanlar öyle sancılı geçmişti ki yaşadığımı bile hissetmiyordum sanki.

O gün, onu son kez gördüğüm, son kez başımı göğsüne yasladığım gündü. Çırpınışlarımdan başka birşey hatırlamıyordum.

Bilincim o an kapanmıştı. Ara ara uyanıp tanıdık olmayan simalar gördüğümü hatırlamıyorum. Herşeyin rüya olduğunu düşünüyordum o melankolik halimle.

Sonra bir odada gözlerimi açmıştım. Çok tanıdık bir odaydı burası. Hastane odasıydı. İçeriye girenleri görür görmez gözlerim arkalara kaymıştı. Toprak'ı beklemiştim ama gelmemişti. Benim o olmadan Ankara'da ne işim vardı ki.

Sonra herşeyin rüya olduğundan şüphelenip elimi karnıma atmıştım. Ama buradaydı işte. Bebeğim yanımdaydı. Bir tek Toprak yoktu.

Sonradan öğrenmiştim herşeyi. Günlerdir uyutulduğumu, görev yerinden apar topar getirildiğimi, Toprak'ın naaşının ben uyurken kaldırıldığını.

İnkar etmiştim, yalan söylediklerini bile düşünmüştüm. Çünkü onun öldüğüne inanmıyordum.

Sonra bir gün onlar gelmişti yanıma. Bora, Esma, Gizem, Rüzgar, Yiğit ve Yiğit'in eşi. O gün neler olduğunu yalvar yakar sormuştum. Hepsi üzgündü. Hepsi yıkılmış gibiydi ama Rüzgar'da başka birşeyler vardı. Hâlâ her gelişinde gördüğüm o ifade mahcubiyet miydi yoksa başka birşey mi bilmiyorum.

SINIR |Tamamlandı|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin