•VII•

147 341 209
                                    

Karadır bu bahtım kara
Sözüm kar etmiyor yare
Yüreğimi yaktı nara eyvah, eyvah
•Neşet Ertaş•

Umudun renginin her zaman beyaz ya da mavi olduğunu öğrettiler bize.
Ne saçma bir fikirdi bu. Umut siyahtı oysa. Çünkü her yara umudun üzerinde büyük bir sis perdesi bırakırdı. Sızlayan yara usul usul içindeki irini dışarıya bırakırken ne beyaz kalıyordu ne de mavi. Koskoca, içinde mahkum bırakılmaya zorlandığın bir siyah sunuluyordu sana. Başka bir tercih yapma hakkın yoktu ve bu rengin sana sıkıca sarılıp benliğinle bütünleşmek istediğini her hücrende hissedebiliyordun.

Ona karşı koymak öylesine zor ki..
Bir kelebek misali hemencecik günümü doldurup ölmek için dile geliyordu çapsız yüreğim.

Annem görüyor mudur beni? Üzülüyor mudur üzerimdeki kiri gördükçe..
Bir türlü temizlenemediğim için dertleniyor mudur?

Hadi bir ses versin her hangi biri. Artık yokuşu çıkacak derman bulamıyorum ayaklarımda. Ağzıma kadar doluyum ve eğer kusmak üzere bir hamle yaparsam bataklığımda boğulacağım.

Anlayın beni. Gelecekten sürgün yemiş hayallerimi görün. Atamadığım kahkahaların sesine kulak verin..

Bari çocuk kalbimi son bir kez kucağıma verin. Verin de onu sonsuz uykusuna huzurla yollayayım...

🕸
6.GÜN

Cezaevinin kapısının önünde tam 24 dakikadır bekliyor, Görkem'den olumlu bir havadis işitmek istiyordum.
Karşımdan o kadar çok insan geçti ki, hepsinin yüzünde biraz tebessüm, biraz da yoksunluk vardı. Kimi babasını, kimi annesini, kimi abisini, kimi ablasını ziyaret edecekti.

Kapalı duvarların ardında yüzlerce yarım kalan hayata, kısa süreliğine misafir olacaklardı.

Ben de onlardan biri olmayı dilerdim.
O soğuk beton yığının içine kısacıkta olsa girmek isteyecek kadar bedbahttı halim.

Görkem henüz beni içeri çağırmadıysa bu vakitten sonra da çağırmazdı.
6 kez volta attım, sonra ise gidip kaldırım taşlarının birine oturdum. Üzerimdeki beyaz gömleğin kollarını yukarı kıvırıp, ilk iki düğmemi açtım. Gözlerim hâlâ biçare kapıya bakıyordu. Binanın önündeki infaz koruma memurları da bana. Tanıyorlardı artık beni. Başlarıyla selam verip, yüzlerini düşürüyorlardı.

Bu bekleyişi sevmek mümkün değilken bir medet umar halde, son iki aydır yaptığım gibi kendimi hep burda buluyordum. Belki mahkeme dışında da bir kez olsun benimle görüşmeyi kabul ederdi.

Tam o sıra Görkem çıkageldi kapıdan. Suratının asık halinden belli oluyordu kabul edilmediğim.
Olsun.
Haftaya yeniden deneyecektim. O beni kabul edene kadar gerekirse bu yolları aşındırmaktan vazgeçmeyecektim.

Görkem elini bana doğru uzatıp, "Kalk kardeşim, gidelim." dedi.
Elini tutup ayağa kalktığımda dik durmak için fazlaca çaba gösterdim.
Kırık bir tebessüm iliştirdim kuruyan dudaklarıma.
Usul usul arabaya doğru yürürken yenilgimi biraz olsun göz ardı etmeye gayret ettim.

Arabadaki yerimizi aldıktan hemen sonra Görkem, beni doktoruma bırakmak için harekete geçti. Fakat onda da bir hâl vardı.

"Neden suratın bu kadar asık?" diye sorma gereği duydum.

"Şey, yok asık değil. Sana bir not gönderdi. Çantamın öndeki gözünde." dedi ve gözlerim açıldı, kalp ritmim anında değişti.
Arka koltukta duran çantaya uzanmamı engelleyen emniyet kemerimden kurtulup hızlıca notun olduğu bölmeyi açarak parmaklarımı içeri daldırdım. Not kağıdına ulaştığımda önüme döndüm. Fakat içinde yazılanları okuyacak cesaret bulamadım kendimde.

AZRA'NIN SAÇLARIDonde viven las historias. Descúbrelo ahora