•VI•

175 350 418
                                    

Bilir misin hâlim nedir, sultanım?
Aklım yok başımda, kalmışım yarım
Divane gezerim, bu benim kârım
Ben aşka âşığım, canım cananım
Gün geçtikçe artar ateşim, nârım
Yandıkça yanarım, tüter dumanım
•Cengiz Özkan•

🕸
5.GÜN

Doktorumun kapısı bu defa kapalıydı ve tereddütle dolu olsamda yine de o kapıyı çaldım.
Bu kapının ardı benim sığınağımmış gibi geliyordu artık. Kirlerimi dökebildiğim, suskunluğumu bozduğum tek yer.

Elimde tuttuğum kutu yüzünden parmaklarım kaşınıyordu, dürtüme engel olup bekledim. 1,2,3,4,5 saniye sonra kapı açıldı.
Beni baştan ayağa süzdü doktor Adelia. Yüzüne tuhaf bir tebessüm yerleştirip içeriye buyur etti. Muhtemelen gözüne; süzülmüş ve pasaklı gelmiş olmalıydım.
Gidip kırmızı koltuklardan birine oturduğumda tam karşıma geçti.

"Hoş geldin Nefi. Nasılsın?"

Elimdeki çikolata kutusunu ona uzatarak, "Ben.. dünkü çıkışım için özür dilerim. Biliyorum yapıp yapıp özür dilemek faydasız fakat..." diye gevelerken sözümü kesti ve beni daha fazla utandırmamak adına, "Nefi, lütfen özür dileme. Tepkinin bana olmadığını biliyorum. O yüzden sana kırgın ya da kızgın değilim. Fakat çikolataları asla geri çevirmeyeceğim." dedi gülümseyerek.

Biraz olsun rahatladığımı hissettiğimde derin bir soluk aldım.
Kutunun kapağını açıp kare çikolatalardan birini aldı ve ağzına götürdü. Bir taraftan da gözü bendeydi.

"Neden öyle bakıyorsun?" diye sorduğunda onu rahatsız ettiğimi düşündüm.
Oturduğum yerde doğrulup, "Kadınlar çikolataya neden bu kadar düşkün?" diye sordum.

"Bu soruyu psikoloğun gibi mi, yoksa arkadaşın gibi mi cevaplamamı istersin?"

Gülümsedim.
Anlamadığım terimler yerine, onun için ne ifade ettiğini öğrenmek istedim.

"Arkadaşım olarak."

"Çikolata bana göre bir tutkudur. Beni, kimi insandan daha çok mutlu ediyor ve tadına bayılıyorum." deyip ayağa kalktı.
Kendi sandalyesini pencerenin önüne kadar sürükledi. Sonra da kahve makinasının yanına gidip iki kupa bardakla yeniden koltuğa oturdu. Bardağın birini bana uzatırken, "Senin için biraz süt ilave ettim." dedi. Kafamı teşekkür edercesine sallayıp kahvemle birlikte pencerenin önüne gittim.

13 saniye boyunca öylece kahveye baktım. Kafamı kaldırmadan, "Bazen bana acıyarak bakan gözlerini görüyorum. Sanki karşında; soğuktan donan bir insan varmış gibi oluyorsun doktor. Normal şartlar altında bu beni yaralardı. Fakat şimdi umursamıyor gibiyim." dedim.

"Toparlanacaksın Nefi. Bunu beraber başaracağız ve itildiğin o yerden çok sağlam kalkacaksın." dedi kendinden emin bir halde.

Kendi şu söylediklerine inanıyor muydu tanrı bilir. Desteği için ona minnettardım fakat yanılıyordu.

"Sence beni birileri mi bu hale getirdi? Düşmek için illa birinin seni itmesi gerekmiyor ki doktor. Omzuna binen yük dizlerini titrete titrete bükebiliyor, parmak uçlarında derman bırakmıyor bazen.
Asıl mesele düştüğün yerden kalkabilmektir oysa, değil mi! Hayır. Nasıl kalktığın en mühim meseleydi."

Yangın yerine dönen kör vicdanımın bu bataklıktan çıkmaması gerekiyordu. Hem Azra yerdeyken ben nasıl ayakta durmaya cüret ederdim!
Haddim değil, hakkım hiç değildi.

Doktor farklı bir konuya geçerek, "Kırmızı.. Azra'nın kanını gördükten sonra mı sevmeyi yasakladın kendine?" dedi.

Sustum.
Kırmızıdan nefret etmem için çok geçerli bir nedendi. Fakat asıl sebep bu değildi.
Cevap vermeyeceğimi anladığında, "Peki." dedi. "Sen ne anlatmak istiyorsan onu konuşalım."

AZRA'NIN SAÇLARIDonde viven las historias. Descúbrelo ahora