Elime batan keskin acı ile gözlerimi açıp küçük bir çığlık attım. Bana sırıtarak bakan fareyi gördüğümde ise onu boğma girişiminde bulunmayı fazlasıyla çok istiyordum. "Hadi kalk Havva kızı yapacak işlerimiz var!"

Bana hitap etme şekliyle kaşlarımı çattım. "Benim annemin adı o değil?" Bana sırıtarak baktı. Bilmediğim bir şey mi var? "Bana öyle bakma!" Ayağa kalkmaya çalıştığımda üzerimde olduğu için başta sendelese de sonra takla atarak yere inmişti. Etkilenmediğimi söylesem yalan olurdu. Tabii ki bunu ona belli etmemeye çalıştım ve tamamen ayağa kalktım.

"Fazla uyuşuksun." Kılıcını kemerine koyarken söylendi. Gözlerimi devirerek cevap verdim. Şu an onunla kavga edecek durumda değildim "Git ve peynirini ye fare."

Kılıcını hızla bana doğrulttuğunda yastığı elime aldım ve ona fırlattım. Anında sıçradığı için denk gelmemişti tabii. Bana yaklaşmaya başladığında ayakkabıma uzanıp hızlıca içinden bıçağımı aldım. İkimiz de birbirimize doğrulttuğumuz silahlarımızla bakışıyorduk. "Bir Narnialı olduğuna inanmıyorum." Tamam bu bir hakaretti!

"Öyle mi fare? Peki ya sen? Bir Narnialının asil olmasını beklerdim." Bana sinirle bakmıştı. "Cömert?" Fareyi süzdüm. "Sende ikisini de göremiyorum." Bir anda üzerime atladığında başta şaşırsam da sonrasında bıçağımla neredeyse boğazıma dayanacak kılıca karşılık verdim.

"Sözlerini dikkatli seç Telmarin!" Tamam yeter artık!

Kılıcını düşürmeye yönelik bir hamle yaptım. Anında savurmuştu. Hızla vurmaya devam ettim ama hepsini mükemmel bir ustalıkla geri çeviriyordu. Geri sendelemeye başlamıştım. O hala hızla üzerime geliyordu. Tanrım bu ne biçim bir fare böyle! Dikkatim iyice dağılmıştı ve tek amacım kılıcını benden uzaklaştırmaktı. Ayağım yer yatağına takıldığında sırt üstü yere düşmüştüm. Bıçağım elimden düşmüştü ve canım acıyordu. Fare üzerime çıktı ve kılıcını boğazıma dayadı. Bir milim daha hareket ettirse yaşamıyor olacaktım. Hızlı hızlı nefes alırken sinir ve hırsla ona bakıyordum.

"Bir Narnialı olmadığını söylemiştim." Öyle bir söylemişti ki boğazımın düğümlendiğini hissetmiştim. Kılıcını boğazımdan çekti. Bana son bir bakış atıp üzerimden kalktı ve odayı terk etti. Ben hala yerde yatıyordum. Kafamı serbest bırakıp tamamen yere yattım. Bu fare tam bir Narnialıydı. İçimden bir ses bu gemi yolculuğunun beni mahvedeceğiydi.

"River!" Caspian'nın sesi duyulduğunda kafamı kaldırdım. Odanın kapısına yaslanmış Luther ile bana gülerek bakıyorlardı. "Galiba Reepicheep seni uyandırmış." Gerçekten küçük bir kız gibi dil çıkartmamak için dilimi ısırmak zorunda kalmıştım. Bunun yerine gözlerimi devirdim. Ellerimden destek alarak kalktım. Hala gülerek bakan Caspian yaslandığı kapıdan kalktı. Ben ayakkabılarımı giyerken konuştu. "Reepi'ye ne dedin de sana bunu yaptı." Gülmesini engellemeye çalıştığı sesinden belli oluyordu. Bıçağımı geri ayakkabıma koyarken ona bir bakış attım. "Ben ona bir şey demedim! O bana dedi." Ayağa kalktım ve odadan çıktım. Gülerek arkamdan geldi.

Aşağıya indiğimde masada bir ekmek, üç dilim de peynir vardı. Masanın ortasında da bir fare duruyordu tabii. Ona aldırmamaya dikkat ederek sandalyeyi çekip oturdum. "Kavga etmeden bir an önce yemeğinizi yiyin." İkimizi kastettiğini herkes biliyordu. "Bir an önce mürettebatı bulmalıyız." Kaşlarımı çattım.

"Zaten bir mürettebatımız yok mu?" Önümde duran ekmeğe uzandım.

"Var ama daha bilmiyorlar." Harika! Gözlerimizi kapatmış uçurumun kenarında yürüyorduk resmen. En başından beri kabul etmemem gerektiğini biliyordum. Ekmekten bir ısırık aldım. Reepicheep ise peynirden yiyordu.

AtlantisWhere stories live. Discover now