feeling your touch

2.9K 364 518
                                    

''uyandı!''

yattığı yatakta huzursuzca başını hareket ettiren kageyama, ağzını şapırdattı ve ağırlaşmış göz kapaklarını kaldırmaya çalıştı. başı kütük gibiydi resmen, tutmak istedi ve kolunu kaldırmaya yeltelendi. ama kageyama, kolunu hissedemedi.

belki de sadece, yorgun hissediyordu.

geçen saniyeler sonunda tamamen ayılabildiğinde, bir kez daha gözlerini aralamaya çalıştı. başarılı olmuş olmalıydı ki yanındaki pencereden içeri sızan yoğun güneş hüzmesi gözlerini aldı. ani bir refleksle gözlerini yumdu ve başını biraz sağa çevirdi. en azından kafam yerinde.

odadaki hareketlenmeyi hissetti fakat kim olduğuna bakacak hali yoktu. büyük olasılıkla hemşirelerden birisiydi, hayal meyal hatırladığı son şey, birinin ona seslendiğiydi. duyduğu şeyin üzerine biraz yoğunlaştığında bir anlığına, hatıralarına tutunan bu sesin sahibinin hinata olduğunu sandı. bir anlığına kageyama, hinata'nın burada olduğunu sandı.

ama bu imkansızdı. aylardır birbirlerini görmemişlerdi, sözde hinata, kageyama'yı ziyarete gelmek istiyordu. neredeydi o zaman? hinata'nın h'sini dahi duymak, kageyama'nın genizinin yanmasına sebep olurken daha fazla üzerine düşünmek istemedi.

zaten yedi yirmi dört aklındaydı, daha ne kadar üzerine düşünebilirdi ki?

yattığı odaya kulak kabarttı. yanında, birisinin olduğu aşikardı tabii ama hala kim olduğunu bilmiyordu, kageyama. yine de, burnunu dolduran bu yasemin çiçeği kokusu, bir yerden çok tanıdıktı. çok-

''kageyama?''

bulundukları sıcak odanın aksine, sanki bir soğuk hava dalgası, bütün odayı sarmalayıp çevirdi; kageyama'nın iliklerine kadar işledi, her yerini buz tuttu. gözleri ve genizi bu duruma tezatlık göstererek yanmaya başladı, kulaklarıysa duyduklarını kabul etmek istemiyordu sanki.

dibine kadar hissettiği korku, kageyama'nın bedenini ele geçirirken, istemese de gözlerini açtı ve soldan gelen sese doğru kafasını döndürdü. oradaydı işte, güneşi arkasına almıştı, üzerine karanlık bir gölge düşse de yine her zamanki gibi parlıyordu. turuncu saçları biraz daha kısaydı ama hala dağınıktı. badem rengi, büyük ve kageyama'nın bakmayı çok sevdiği o ışıltılı gözler gitmiş, yerini altlarına koyu halkalar düşen soğuk, kanlanmış gözler almıştı. ince dudakları, defalarca ısırılmış gibi ufak ama derin yarıklarla doluydu, verdiği nefese eşlik ederek titriyorlardı. onca zamandan sonra hinata, çok değişmişti. kilo vermiş gibiydi, pek de sağlıklı gözükmüyordu. yine de, bir şeyler hala daha aynıydı onda. eşi benzerini koklamadığı naif yasemin kokusu, bulundukları odayı çevrelemişti. kageyama, hıçkırıklarını saklamak için dişlerini sertçe alt dudağına geçirdi. 

çok sevdiği, yolunu gözlediği hinata'sı, şimdi karşısında duruyor, onun adını sayıklıyordu. dudaklarını aralamak, bir şeyler söylemek istedi. doğrulup, sımsıkı sarılmak istedi ona. fakat bilirsiniz, kader tanrıçaları acımasızdır. siz çırpındıkça, onlar karşınızda oturup o dev çirkin çorabı örmeye devam ederler. ellerinde tuttukları ip yumağını sonuna kadar en kötü şekilde kullanırlar, ta ki kesme vakti gelinceye kadar. o an kageyama, ne dudaklarını aralayıp, içinde sakladığı kelimelerin dillenmesi ne de yattığı yerden doğrulup hinata'ya sarılmak için gereken gücü kendinde bulamadı.

hinata ise, onun aklını okumuşçasına, hafif bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına. tuttuğu ince eli yavaşça okşadı. ''biliyorum, uzun sürdü.''

bu son noktaydı, kageyama için. zar zor sakladığı göz yaşları, yanağından süzülmeye başladığında boğazında saklanan hıçkırıklarıysa oradan çıkıp, dışarıya kaçtılar ve duvarlarda sektiler. hüngür hüngür ağlıyordu. zihni bulanmıştı. hayal görüyor olabilir miydi? hayal görmekten çok korku o an. ''neden ağlıyorsun.'' hinata'nın çatlayan sesi, kulaklarını doldurduğunda gözlerini ondan çekti ve beyaz yüksek tavana dikti. bir süre daha hıçkırmaya devam etti, sakinleşebildiğinde bütün gücüyle yutkunudu, tabii ne kadar işe yaradığı tartışılırdı. ''bunca zaman neredeydin?''

''karşına böyle çıkmak istemedim.'' kageyama, neyden bahsettiğini anlamıştı, bu yüzden sorma gereksinimi duymadı. neyin hinata'yı bu kadar hasta ettiğini bilmiyordu ama anlatmak isteseydi sabaha kadar susmayacağını da bildiğinden kurcalamadı. yine de dediği şey ironik gelmişti ona, bütün sebebi bu muydu?

''biraz daha saklansaydın.'' gözleri, ikisinin ellerine gitti. hinata, kageyama'nın bir elini iki eliyle sarmış, baş parmağıyla okşuyordu. kaşlarını çattı, ne huylanmıştı ne de hissetmişti aralarındaki bu teması. hoşuna gitse de elini oradan çekmek istedi. elini kaldırabilseydi, kesin çekerdi. ''cenazeme gelirdin.''

gülerek söylediği bu iki kelime, hinata'nın gözlerini doldururken, bakışlarını turuncu saçlı oğlana çevirmedi. her ne kadar özlemiş olsa da bu ona kızgın olduğu gerçeğini bir türlü değiştiremiyordu. önce, atsumu ile birlikte olmuştu, sonrasındaysa en çok ihtiyacı olduğu anda onu resmen terk etmişti. daha ne kadar kalbi kırılabilirdi, bilmiyordu.

''istemiyorsan bir daha gelmem.''

''bana bir seçenek bırakmadın.''

''senin hasta olduğun düşüncesi bile beni kahrederken, zihinsel açıdan seni o şekilde görmeye hazır değildim.'' yutkundu. başını öne eğdi ve ikisinin ellerine baktı. ''söylesene kageyama,'' kageyama'nın başını ona döndürdüğünü anladığında yutkundu. ''sana dokunduğumu hissedebiliyor musun?''

sorduğu soru, kageyama'nın kalbini bir kez daha kırarken, kaşlarını kaldırdı ve gözlerini ikisinin ellerinde gezindirmeye başladı. hissedebiliyor muydu? belki de uyuşturucu yüzünden duyuları zarar görmüştü. gerçi bunun, günün birinde olacağını biliyordu. sadece bu kadar erken bir vakitte, bu kadar geç gelen birisinin ona dokunduğunu hissedememek çok canını yakıyordu.

''fiziksel olarak sormadım.'' hinata, başını kaldırdı ve kageyama'nın koyu mavi gözlerine baktı. ikisinin göz renkleri birbirlerine karışırken hinata, bir kez daha araladı titreyen dudaklarını. ''sen, benim dokunuşlarını kalbinle hissedebiliyor musun?''

fiziksel temas, sanıldığının aksine çok da önemli değildir. bazen, öyle insanlar alırız ki hayatımıza, dokunamasak da göremesek de hissederiz onları. önemli olan, zayıf bir ten temasındansa, karşıdaki insanın kalbine dokunabilmektir. hinata da bunu sormak istiyordu. aralarına kalın bir bariyer girmişti artık, uzatmaları oynuyorlardı. kageyama'nın soğuk eli, kendisinin sıcak elleri arasındayken, kageyama gözlerini yumdu. belki de cevap vermek istemiyordu, belki de cevap vermek için fazla kırgındı. çok uzun sürmeyen bir vaktin ardından kageyama, tekrar gözlerini araladı ve hinata ile göz teması kurdu. çatlamaya yüz tutan dudaklarını araladı. ''sen benim kalbime dokunalı, çok oldu.''

artik mektup yok, ask war 

saka saka, bundan sonra duz yazi olacagi icin yildirim hiziyla yb atamayabilirim cunku zor veeee ustte bi yunan mitolojisi gondermesi yaptim, anlayan varsa ozur dılerim anlamayan da gidip bakmasin bence finale kadar bekleyin orada soylucem ne demek oldugunu..... zaten en fazla uc bolum sonra final hadi selametle bb

VE SEY su kader tanricalari corap vs sey yunan mitolojisine gore uc kader tanricasi insanlarin omurlerini bir ipin uzunluguna gore belirlerlermis sonrasinda da keserlermis neyse cok konusmaya gerek yok bunu.

bi de bolum icime sinmedi kotuyse ozur dilerim son olarak bunu demek istedim simdi iwaoiye yb atmaya gidiyombyy

toss | kagehinaTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon