0.2: Riley

357 311 69
                                    

Gitmeye hazırdı ikisi de. Milly eğilerek Gale'ye sarıldı.

"Seni çok özleyeceğim. Sıklıkla yanıma gel, tamam mı?"

Gale ağlamaya başladı.

"Ama ben sensiz bu evde tek başıma ne yapacağım? Gale arkadaşı gittiği için çok üzgün."

Milly'e daha sıkı sarılmaya başladı.

"Üzülme Gale, zaten sen sık sık gelirsin. Ağlama bak beni de ağlatacaksın." derken Milly'nin gözünden yaşlar akmaya başladı. Bir süre daha birbirlerine sarıldıktan sonra Stefan " Gitme zamanı geldi." dedi. Gale Milly'i bırakıp Stefan'ın bacağına sarıldı. Stefan "Geç kalacağız Gale, hadi bırak artık gidelim" diyerek Gale'yi karşısına çekti. Son olarak "Eve iyi bak biz yokken tamam mı?" dedi. Gale başını hafifçe 'tamam' anlamında salladı. Daha sonra Milly'nin omzuna elini koydu ve kapıdan çıktılar. Uzaklaşmaya başlayınca Gale kapıyı kapattı.

Diğer boyuta geçebilmek için belli bir noktaya gitmelilerdi. Arabaya binip o noktaya doğru ilerlediler. Vardıklarında arabadan inip çimenin üstünde çizili olan beyaz bir çemberin içine girdiler. İstedikleri boyuta gidebilmek için o boyutun ismini söylemelilerdi. İlk olarak Stefan gitti. Hemen arkasından Milly de "UpperWorld" diyerek o boyuta geçiş yaptı. Gözlerini kapatıp açıncaya kadar gelmişlerdi. Etrafta sadece boş çimenler görünse de biraz ileride çok kalabalık bir yer görünüyordu. Milly ilk defa kendi boyutlarının dışına çıktığı için çok heyecanlıydı. Etrafı meraklı gözlerle izliyordu. Bir an önce ileride görünen o kalabalık yere gitmek istiyordu. Hızlı adımlarla yürümeye başlayınca Stefan ona yavaşlamasını söyledi. Milly yavaşladı ama kalbi yerinden çıkacakmışçasına atıyordu. Biraz daha ilerledikten sonra sonunda o yere varmışlardı. Etraf insan kaynıyordu. Herkesin acelesi var gibi görünüyordu. Milly dükkânların vitrinlerine bakarak ilerliyordu. Dükkânlardan birinde ki bir okul forması dikkatini çekti. Koşar adımlarla oraya doğru ilerledi. Siyahtı ve üstünde 'B' harfi vardı. Bunun ne anlama geldiğini düşünürken yanına Stefan geldi.

" Bu okulda ki gruplardan birinin forması. Senin grubun belli olduğunda gelip alacağız bunlardan birinden. Ama senin grubunun bu olacağını sanmıyorum."

"Okulda gruplar mı var? Bana bunu neden daha önce söylemedin?"

"Elbet öğreneceğin için."

Milly aldırış etmeden ilerlemeye devam ettiğinde mavi, kırmızı, turuncu, yeşil ve beyaz renkleriyle donatılmış bir bina göründü. Diğer binalara oranla çok uzundu.

" İşte okulun burası."

Milly çok şaşırdı çünkü kitaplarda gördüğü tüm okulların gri duvarları vardı. Bu okul ise renk cümbüşü gibiydi.

"Ne gerçekten mi? Ama burası çok renkli değil mi?"

"O renkler okulun gruplarını temsil ediyor. Her grubun farklı renkleri var."

Milly'nin kalbi o an bile hızla çarpıyordu. Beraber okula doğru ilerlediler. Okulun içine girdiklerinde tavanın ışıklarla süslendiğini gördü. İçerisi adeta parlıyordu. Milly'nin heyecandan elleri titremeye başladı. Normalde Stefan gibi sert bir kişiliğe sahip olsa da heyecandan bu özelliğini bir kenara bıraktı ve bu anın tadını çıkardı. Merdivenlerden ilk kata çıktılar. Müdürün odasına doğru ilerliyorlardı. Müdür Profesör Campbell, Stefan'ı içeri davet etti. Milly kapıda onları beklerken Stefan içeride onun hakkında konuşuyordu. Profesör Campbell'e durumları anlattı. Stefan ile Milly arasındaki bağı bir tek o bilecekti. Ailesinin kim olduğunu da aynı şekilde sadece o bilecekti. Birkaç konu hakkında daha konuştuktan sonra içeriye Milly'i davet ettiler. Milly içeri girdiğinde Profesör Campbell çok şaşırdı. Çünkü Milly'nin annesi Elisa'yı o da tanıyordu ve Milly annesine çok benziyordu. Saç modelinden gözlerinin rengine kadar annesi ile aynıydı. Ailesi aslında ölmemişti. Öldürülmüştü. Ama Milly bunu bile bilmiyordu. Stefan Milly'e o konuda hiçbir şey söylemiyordu. Belki de doğru anın gelmesini bekliyordu.

"Vay canına gerçekten annene çok benziyormuşsun. Umarım sen de onun gibi Siolaria grubunda olursun."

"Tanıyor muydunuz onu?"

"Evet, kendisi benim öğrencimdi. Çok yardımsever biriydi. Keşke hala aramızda olsaydı."

"Çok sevindim annemi tanımanıza."

Annesini ne kadar çok özlese de belli etmemeye çalışıyordu.

"O zaman aramıza hoş geldin Milly. Sende yeni senen için hoş geldin Profesör Stefan."

Milly çok şaşırmıştı. Çünkü Stefan'ın okulda Profesör olarak çalıştığını bilmiyordu. Bunun onun ilk senedi olacağını düşünmüştü. Stefan ona bu konu hakkında da pek bir şey söylemiyordu. İçeriden çıktıklarında Milly biraz kızgın bir şekilde " Okulda Profesörsün ve bana hiçbir şey söylemedin mi cidden?" dedi.

" Öğrendin işte"

"Başkasından öğrenmem yerine sen söyleyebilirdin."

Milly sinirle ilerlemeye başladı. Stefan da onun peşinden gitti.

"Okulun yarın başlayacak. Şimdi bir otele gideceğiz ve bu gece orada kalacağız."

Milly bir şey söylemeden kafasını hafifçe "tamam" der gibi salladı. Okuldan çıkarak geldikleri sokaktaki bir otele girdiler. Otele ilk girdiklerinde içeride kavga olduğunu gördüler. Müşterilerden ikisi tartışıyordu. Kavga olan yerin yanından geçerken biri aniden elinden ateş püskürttü. O ateş eğer eğilmeseydi Milly'e isabet edecekti. Stefan büyük bir kızgınlık ile adamın üstüne doğru yürüdü. Adamın yakasından tuttu.

"Eğer bu kıza bir şey olsaydı seni öldürürdüm! Burası kavga yeri değil. Gidin kavganızı odanızda yapın."

Adam kormuş olmalı ki geri çekildi. Stefan'ın yüz ifadesi öyle ciddiydi ki Milly bile korkmuştu. Hemen bir oda alıp yukarı çıktılar. Odaları çatı katındaydı ve camdan okulları görünüyordu. Akşam olduğunda Milly geceliklerini giydi, kitabını aldı ve camın kenarına oturdu. Biraz kitap okudu ama gözü hep okuluna kayıyordu. Kitabı kapattı ve okuluna bakmaya başladı. Daha fazla dayanamayıp yatağına yattı ve yarının bir an önce gelmesini sabırsızlıkla bekledi. Sabah olduğunda hemen ayaklanarak kıyafetlerini giydi. Daha grupları belli olmadığı için okul forması da yoktu. Milly yine üstüne siyah bir sweatshirt geçirdi. Altında yine klasik pantolonu vardı ve tabi ki beresi. Stefan çoktan uyanmış, aşağıya inmiş ve kahvaltıya başlamıştı. Milly'de hemen aşağıya inerek kahvaltısını yaptı. Tekrar beraber yukarı çıktılar ve eşyalarını da alıp otelden ayrıldılar. Dışarı çıkmadan hemen önce Stefan yine bir şeyler tembihlemişti.

"İkimiz farklı sokaklardan okula gideceğiz. Sen sağdan gir. Ben soldaki girişten girerim."

"Ama daha okulun içini bilmiyorum. Sınıfımı nasıl bulacağım?"

"Bulursun merak etme."

Stefan birden ilerlemeye başladı. Milly de sokağın içinde ilerlemeye başladı. Köşeye gelinde sağa döndü ve okulun kapısından içeriye girdi. İçeride gruplara ayrılmış insan sürüleri gördü. Bir grupta büyük öğrenciler yer alıyordu. Diğer grupta ise yeni öğrencileri ve ailelerini görüyordu. Sırt çantasını sımsıkı tutuyordu. Herkesin ailesi ile gelmesi onun biraz moralini bozdu. Etrafa bakınırken siyah ama uçları koyu yeşile boyalı olan, düz, uzun saçlı ve kahverengi gözlü birinin onun yanına doğru geldiğini gördü.

"Merhaba, ben Riley. Sanırım sen de yalnız geldin."

"Merhaba, bende Milly. Evet, yalnız geldim. Ailem gelmek istemedi."

"Benimkilerde gelmek istemedi. Neymiş ben çocuk değilmişim. Herkes birlikte geliyor oysa. Neyse, beraber girelim mi içeri?"

Milly daha yeni tanışmış olsalar da içeri yalnızgirmek istemiyordu. O yüzden kabul etti. Beraber büyük bir kapıdan içerigirdiler. Kocaman bir kâğıtta "İlk sınıflar toplanma odasına gitsin. Okişaretlerini takip ederseniz kaybolmazsınız!" yazan bir uyarı gördüler. Oklarıizleyerek odayı bulmaya çalıştılar. Ve karşılarına yine büyük bir kapı çıktı. Okapıdan da içeri girdiklerinde kocaman bir salon göründü. İçeride uçan yuvarlakmasa ve sandalyeleri görünce ağızları açık kaldı. Bu kadar ihtişamlı birtoplanma yeri beklemiyorlardı. 6 ayrı masa vardı. Milly ağzı açık masalarıizlerken Elvis ilerlemeye başlayınca o da arkasından gitmeye başladı. Herkes buodaya geliyordu yavaş yavaş. Büyük sınıflar merdivenlerden çıkarak masalaraoturdu. Öğretmenler de kendilerine ayrılmış masaya yerleşti. Milly Stefan'ıgördü ama Stefan ona bakmadı bile. İlk sınıflar aşağıda bekliyordu.

Milly Flores: Siyah TaçWhere stories live. Discover now