bölüm beş

1.4K 220 83
                                    

Lucia - Silence
 
 
  
 
Kirli bir tükeniş.
Durmadan, boyuna gelen doyumsuzluk?
Azalarak çoğalan acılar.
İnce olamayışlar.
Katre katre güvensizlik.
Artık içimle dışım beraberler, düşünemez oldular.
Sonu yok ki Pina
İnan hep aynı
Yarım kalanlar.
Fırlatıp atılan yaşamlar.
Kırılıp dökülen yapraklar
Sonsuz gökyüzü altında.
Vefayı kuşlar alıp gitmiş.
Bitti..
 
  
 
 
Bazı gerçekler vardır, bıçak ucu kadar sivri. Bazen yanan ateş kadar sıcak ve can acıtan. Sen ne kadar kabullenmek istemesen ve kaçsan de gerçek her zaman olduğu yerde dimdik duruyordu. Nasıl ki kilometrelerce uzağa koşsan bile kalbindeki hep seninle kalırdı, gerçek de böyleydi.

Önünde durduğumuz kocaman, koskocaman malikane'ye odaklanamıyordum. Bizim için açılan altın kaplamalı kapılara veya önümüzde baş eğen çalışanlara. Hiçbirisine odaklanamıyordum çünkü Jungkook tam yanımda durmuş, parmaklarını parmaklarım arasından sıkıca geçirmiş ve "Bana bırak." Demişti. Onunla el ele, bu malikaneye giriyor olduğuma inanamıyordum.  Ayrıca ona hiçbir şeyi bırakmak istemiyordum. Psikolojik olarak pek de sağlam görünmüyordu ve beni korkuttuğu inkar edemeyeceğim bir gerçekti.

"Bay Jeon Jungkook, sizi görmek ne büyük onur. Herkes salonda, buyurun geçin."

Giriş kapısına doğru uzanan iki kişinin yan yana yürüyebileceği genişlikte patikanın üzerinden bir kadın koşturarak yanımıza vardı. Siyah saçlarını topuz yapıp bir kalemle tutturmuş, üzerinde elektrik mavisi bir elbise ve belinde beyaz mutfak önlüğü vardı. Gözlerindeki yuvarlak gözlükleri parmağıyla yukarıya ittirip, gülümseyerek eliyle evin kapısını gösterdi.

Jungkook'un kocaman eli arasında terleyen elimi çekmek istesem de başarısız oldum. Tutuşunu biraz daha sıkılaştırıp hemen terk bir bakış atmıştı. Kadını önden penguen'lerinkini andırmayan bir şekilde yürüyüşle ilerlediğinde arkadan onu takip etmiştik. "Rahat dur, Jimin. Sadece sessiz kal." Kapı ikimiz için açıldığında, bacaklarım tutmaz hâle gelmişti neredeyse. Heyecandan tir tir titriyordum. O demese de ses çıkarabilecek gücüm yoktu zaten.

Eve girdiğimiz gibi geniş bir koridor ve üç metre kadar ileride gördüğüm an donup kalmama neden olan asansörler bizi karşılamıştı. Jungkook hiç beklemeden beni çekiştirerek yönlendirdiğinde, saray diye nitelendirebileceğim evi incelemeye son vererek takip ettim onu. Kocaman koridorun sağında kalan ve aralarında duvar olmayan salon direkt görüş alanımıza girdi. Kocaman bir yemek masası bizim tarafta kalıyor ve hemen solda, içi boş şöminenin önündeki koltukta iki kişi oturuyordu. Heyecandan nefesim kesildi ve refleks olarak Jungkook'un elini sıktım. Hâlâ bizi fark etmemiş olan yaşlı çift, bir şeyler konuşmaya devam ediyorlardı.

"Bay Jeon, misafirlerimiz var." Bize yol gösteren kadın tam yanımızda bitip, yüksek bir sesle konuştuğunda irkilerek Jungkook'a yapıştım. O da beni sağ tarafına geçirmiş ve bu sefer sol elimi tutmaya başlamıştı. Tüm bunlar olurken yaşlı çiftin veya Jungkook'un değimiyle 'iki hasta ruhlu'nun bakışları bizi buldu.

"Jungkook? Hoşgeldin yavrum." Birkaç saniye bizi süzdükten hemen sonra ilk konuşan yaşlı kadın olmuştu. Sesindeki şaşkın ton, yüzündeki mimikleriyle birleşince 'uzaylı görmüş gibi' diye tanımlayabileceğim bir ifadeyle konuşmuştu. Yanındaki kocasıysa yüzüme bakıyordu dik dik.

"Aynen." Diye mırıldandı, Jungkook. Hoşbuldum demeye dili dönmemişti anlaşılan.

"Gel otur yanımıza. Misafirin de varmış neden haber vermedin? Sofra hazırlatırdık." Kadın elini eşinin bacağına atıp sarstı ve bunu yaparken gülümsemeyle konuşmaya devam etti. Fakat öyle sahte bir gülüştü ki şimdiden sinirlerim bozulmuştu.

el diabloWhere stories live. Discover now