35: "Dönüm Noktası"

105K 5.4K 2.1K
                                    

Sizce kitabın simgesi ne? Buraya bırakınız, merak ediyorum. Bence 💔

Bir de daha önce sordum mu bilmiyorum ama kitabı anlatan şarkı sizce ne?

35: “Dönüm Noktası”

“Daha iyi misin?” Verandadaki oturduğum koltuktan kafamı kaldırıp önümde, ayakta dikilen Atalay’a baktım. Başımı salladım. Atak geçmiş olsa da kendimi hala daha iyi hissetmiyor, kalkarsam düşeceğimi sanıyordum. Kilometrelerce koşmuşum gibi bir halsizlik baş göstermişti. Zihnimin içinin de bedenimden hiçbir farkı yoktu.

“Gel sana kahve yapayım,” diye bir çocuğu oyalayan büyük edasıyla konuştu.

“Ben eve gideceğim.” Panik atağın ardından kalan izler, titremeye devam eden el ve ayaklarımdı. Yavaşça ayağa kalktığımda kolumu tuttu.

“Hiç sanmıyorum,” dedi kesin ve keskin bir ifadeyle. Alnının ortasındaki küçük çizgi sözünü geçmeyeceğimi söyler gibi kararlı durmasına sebep olmuştu. Gözlerinde belirginleşmiş gölgeye baktım, kaşlarımı çattım.

“Ne demek, hiç sanmıyorum?” Atalay sabır dilenir gibi derin bir nefes alırken eli çıplak kolumdaydı. Tam üstelemeye başlayacakken, “İstersen gidebilirsin tabi. Çevre civarda toplu taşıma yok. Ben de seni evine bırakamayacak kadar yorgunum,” dedi. Gözlerimi kısarak sırıtmaya başlayan yüzüne baktım ama hala az evvelki endişesinin belirtileri yüz hatlarında saklıydı. “Yürüyerek gitmen de bir hayli zor olur.”

“O kadar sinir bozucusun ki,” dedim sinirden zor çıkan cümlemi kurmayı başardığımda. “Tarif bile edemem.”

Beni de kendisiyle birlikte yürütmeye zorladı. “Biliyorum biliyorum. Herkes öyle söyler.” Mutfaktan içeriye girerken ekledi: “Şimdi sana özel bir kahve yapacağım,” dedi ve bana dönerek gözlerini kıstı. “Sana özel derken, kahve gerçekten özel. Onu demek istedim.” Göz devirerek diğer elimi bileğine koydum ve kolumu bırakmasını sağladım. “Ha bir de yatağını falan benim hazırlayacağımı sanma. Asla yapmam.”

“Niye?” dedim ağzımı yararak. “Manikürlü tırnakların mı kırılır?”

Yüzünde dehşetli bir ifade belirdi. Yemin ederim az kalsın kusacakmış gibi göründü. “Manikür yaptırmıyorum,” dedi üzerine büyük bir iftira atılmış gibi. “Ölmeyi tercih ederim. Tırnak makası işimi yeterince görüyor.” Tırnaklarını gözüme sokar gibi uzattı. “Ve gayet de düzgün kesiyorum.” İstemsizce ellerine bakarken ona itiraf etmesem de haklı olduğunu zaten biliyordum. İnce, kemikli, uzun biçimli ellerine başka bir tırnak yapısı da bu kadar yakışmazdı.

Allah aşkına, Eylül. Adamın övemediğin bir burası kalmıştı zaten…

“Hıı,” dedim uzatarak. “Ne demezsin.” Tezgahın kenarına yaslanıp kollarımı gövdemde birleştirerek kahve makinesiyle uğraşmaya başlayan Atalay’ı seyrettim. Kahveyi hazırlayana kadar tezgahı berbat etti. Hayır yani, kahve yaparken bunu nasıl başarıyordu? Alt tarafı iki kupa kahveydi ve yerde bir kırılmış bardak, tezgahın üzerinde, bardaktan taşan kahve, kahve tozları ve kenarda şok olmuş bir halde Atalay’ı izleyen bir ben.

Benim yüz ifademi görünce aksi bir tonda, “Ne var?” dedi.

“Hiç,” dedim şaşkınca. “Bu döküntünün tüm sebebi kahve makinesidir tabi. Ee benim elektrikli aletlerim kalitesizdi ya hani? Seninkiler kaliteli olduğu halde böyle nasıl oldu?”

Öfkeli öfkeli yüzüme bakınca kahkahamı zor tuttum. “Daha önce kaç kere kahve yaptın?” diye sordum iyiden iyiye keyiflenerek.

“Seni kaç kere öptüysem o kadar,” dediğinde kulaklarımda kapak sesi yankılandı. Bu kez, yüzümdeki ifade onu güldürdü.

VERA İLE VAHA  Where stories live. Discover now