BÖLÜM 14: ZATEN BİR ÖLÜ!

1.1K 141 26
                                    

RÜZGÂR

Ne kadar düşünürsem düşüneyim aklıma yapacak bir şey gelmedi. Tıpkı eskiden olduğu o an gibi durdu zaman. Kuşlar ötmedi, sanki ruhun bedeninden ayrılışını bekliyordu orman. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ama benim tek yaptığım şey Minel'in yavaşça kapanan gözlerine bakmak oldu. Kaçamıyordum, ne onun ölümünden ne de suçluluk duygumdan. Her şeyin basit olduğu bu gezegende en zoru her zaman bizi bulmuştu. İki yılı aşkın süredir verdiğimiz savaşın sonu böyle bitmemeliydi. Bu adil değildi. Yaşamak en çok onun hakkıydı.

Düşün. Düşün. Düşün.

Minel hala nefes alıyordu ama kendinde değildi. Kollarımda ölümünü izlemek istemiyordum. Bir an önce toparlanmalı ve eski günleri geri getirmemeliydim. Onu yeniden kaybetme düşüncesi beni toprağın altına şimdiden binlerce kez sokmuştu. Zayıf davranmak buraya kadardı. Hayatını kendi ellerimle feda edemezdim. Denedim. Güçlerimi kullanmayı defalarca kez denedim. Olmadı. Sanki bir iki yüz yılda bir değilmişim gibi hissediyordum. Normal bir ten farkım yoktu.

Pişmanlık. Çaresizlik. Art arda gelen duygular ve kafası temelli karışan bir ben vardım. Nefes almayı bile unutmuş halimde avazım çıktığı kadar bağırdım. Bu sona layık değildik. Birileri sesimi duymalıydı. Son haykırışımı birileri duymalıydı. Hıçkırıklarım mavi gökyüzünün altında yankılanıyordu. Orman benimle beraber yas tutmaya devam ederken Minel'e baktım. Boğazına elimi koyarak nabzını kontrol ettim. Kalp atışlarını parmaklarımda hissettiğimde içime dolan mutluluk ve umut sayesinde gülümsedim. Hayata tutunmaya çalışıyordu.

Yaşayacaktı. Yaşamalıydı.

Ellerini sıkıca tuttum. Soğuktu. Vücudunda neredeyse hiç kan kalmamıştı. Rengi soluktu. Sonuç iyi görünmese de şu an hala atan kalbine güveniyordum. Birazdan bilge gelip onu kurtaracaktı. Her şey hiç yaşanmamış gibi olacaktı. En azından bu şekilde olmasını umuyordum.

"Rüzgâr." Minel gözlerini açıp konuştu. Çektiği acı sesiyle beraber dışarı çıktı sanki.

"Minel?" Yüzünü okşamaya başladım. Üzgün olduğumu görmesini istemiyordum. Ama gözyaşlarıma söz geçiremiyordum. Bu şu an imkânsızdı. Onu çok seviyordum ve çok sevdiğim için acı çekmesini istemiyordum.

"Rüzgâr." Sesi çok alçaktı. Gözleri arada açılıyordu ama çoğu zaman kapanıktı. O kadar zor konuşuyordu ki... Söyleyeceklerinin onun son sözleri olduğunu düşünüyordum.

"Buradayım." Saçlarını okşamaya başladım. "Buradayım. İyileşeceksin." Söylediklerime ben bile inanamazken Minel'i buna nasıl inandırabilirdim?

"Rüzgâr." Gözleri açıldı. Sanki saçlarını okşamam ona iyi gelmişti.

"Efendim?" Onu kendime doğru çektim. Bir bebek misali kollarımdaydı.

"Bu... Neden..." Her nefeste tek kelime söyleyebiliyordu. "İkinci... Kez... Olmak... Zorunda ki." Dişlerimi sıktım. Bakışlarımı bir süreliğine ondan kaçırdım ve derin bir nefes aldım. Cevabı bilmiyordum. İlk defa verecek bir cevabım yoktu. "Neden... Herkes... Ölmemi... İs... İsti... Yor." Gözlerinden yaşlar aktı.

"Bilmiyorum." Gözlerinin içine bakamaz oldum bir anda.

"Ben... Kimseye... Zarar... Vermedim." Minel acıyla inledi. Bir yandan ikimizde ağlıyor diğer yandan ben neler yapabileceğimi düşünüyordum.

"Evet. Evet. Kimseye zarar vermedin." Söylediği gibi kimseye zarar vermemişti. Vermemiştik. Elimizden geldiği kadar savaşarak bulunduğumuz bu yere gelmiştik. Ama anlaşılan o ki Minel'in düşmanı sadece babam değildi. Şef ve belki de daha bilmediğimiz birçok kişi onun düşmanıydı. Bunun nedeni lanetin gittiğine inanmayanlar yüzündendi. Ama lanet yoktu. Olmamalıydı.

ZİHİN ÇÖKERTEN | Tamamlandı|Where stories live. Discover now